28 Eylül 2009 Pazartesi

Öykü ve Damla Dans Etmeye Kalkışırsa...

Evet, dün Damla'nın evine gittiğimde işimiz gücümüz olmadığından dans etmeye karar verdik. (!) İlk başta ciddi başlamaya çabaladık ama sonra koptuk tabii. Damla kendi kareografisini oluşturmaya karar verdi. Ben de ona uyum sağlayayım dedim. Ama o bunun farkında değildi... Ve sonuç...

24 Eylül 2009 Perşembe

Şimdi Okullu Olduk, Sınıfları Doldurduk!

Bugün itibariyle 2009-2010 eğitim-öğretim yılına girmiş bulunmaktayız. :D Çok çılgın ve eğlenceli bir gün geçirdim bu nedenle anlatmak istiyorum. :D

Sabah 6'da ilginç bir şekilde zorlanmadan yataktan kalktım. (Ama bu kesinlikle bir istisna.) Kumaş pantolonumu, gömleğimi, kravatımı bir de yeşil hırkamı giydim. Ve çok sevindirik oldum. Seviyorum okul kıyafetimi. :D Sonra kahvaltımı yapıp okula doğru yola çıktım. Servisim olmadığından ötürü okula iki araçla gitmem gerekiyordu. Minibüslere giderken Süheyla Hoca ile karşılaştım. Otobüse bineceğini söyledi ama ben arkadaşlarımla da buluşacağımı söyleyip -yalaan- minibüslere doğru koştum. Daha sonra meydanda dolmuşa bindim. "Öğrenci ne kadar?" diye sorup cevabımı aldıktan sonra dolmuş şoförü "Eh okullar da açıldı. Hayırlı olsun, keh keh." diye daldı konuşmaya.
Ben: Evet yaa.
Şoför: Ne çabuk geçti yaz, değil mi?
Ben: (Zaten bu konuda dolmuş bir şekilde) Öf evet ya, bitti gitti koca yaz.
Şoför: Keh keh.

Sonunda okula varabildim. Yaşar'ı görür görmez koşup sarıldım. Özlemişim keratayı. :D Saçları sakalı gitmiş tabii. Alayımı da ettim hemen. (İnanılmaz zevk alıyorum bundan. :D) Daha sonra tüm sınıfla bağıra çağıra sarıla öpe bir araya geldik. Sınıfta belirlediğimiz oturma düzeneğine isyan çıktığından ötürü ben tören sırasında en önü kaptım. Serkan, Rıdvan ve Damla ile plan yapıyorduk. Sınıf yeri bilinmediğinden ötürü sıra arkadaşlarından biri sağa biri sola gidecekti. Benim yönüm soldu. Müdür yardımcısı İsmail Hoca sınıfa gidebilirsiniz dediğinde bir de ne göreyim benden önce diğer kişiler koşmaya başlamış. Yarısı da diğer sınıflardan bizim sınıfa kaynak yapan kişilerdi ya neyse. Ben de görür görmez koşmaya başladım ve manzara tam görülmeye değer oldu.
Okulun en büyük öğrencileri -hem de örnek sınıfı- törenden sırayla değil koşarak okula gidiyor! Öğretmenler gülme krizine girdi. Biz ise bir gayret koşturuyoruz. Merdivenlerde panik yaptım. Neresi sağ neresi sol karıştı. Sonra Rıdvan'ı gördüm onunla sağa doğru koşmaya başladık. (Sola koşsana Öykü!)
Rıdvan ve Ben: Burası 12/F şimdi E gelmeli... G!!!! TERS YÖNE KOOOOŞ!
Yolda E sınıfından Yaman ile çarpıştım ve ikimiz kahkahalar atarak "ÇEKİL ÇEKİL" diye haykırdık. Bu manzara da enfesti yani. Koca koca öğrenciler bir sağa bir sola koşturuyor. Ama bütün hazırlıklara rağmen ayakta kalakaldık. Hep benim panik yapıp sağa koşturmamdan ötürü! (Aslında önceden kapı açılabiliyormuş. Ah önceden keşfetseydik bunu!) Fakat ne olduysa artık Damla ve ben tam kopya merkezinin yani Rıdvan ve Samet'in önüne geçmeyi başardık! :D Duvar kenarı olmaması beni çok üzdü. Çünkü duvar kenarını çok severim ben. Ama yine de yerimi sevmeye başladım.
Şimdi öğretmenlere gelelim. Bir kere Fizik-Kimya-Biyoloji'de okulun en iyi üç öğretmenini de kapmışız. Çok sevindim. Edebiyat'a biricik Gülgün Hoca'mız giriyor. Ki bana bu bile yeterdi. Amaaa daha da güzelleşti ve Almanca'ya tatlı mı tatlı, melek Suna Hoca geldi! (Bu uğurda edilen duaya da teşekkür ederim, işe yaradı. :D) Zaten ben dayanamayıp sormuştum ona hangi sınıflara girdiğini. :D Kötü olan ise İngilizce derslerinden birine Cihan Hoca'nın girecek olması. "CEZANI ÇEKECEKSİN!" haykırışlarıyla fırlatılan defterler yine rutinlerimizden olacak gibi. Damla "Her dersten önce defterini kontrol edeceğim, ona göre!" dedi. Olayı bilmeyenler için pek bir şey ifade etmeyebilir bu cümle ama anlatmaya üşeniyorum. :D

Sonunda sınıfa yerleşince her şey bir anda eski halini aldı. Sanki hiç tatile girmemişiz gibi. Bedirhan bağıra bağıra şarkı söylüyor, Tugay bağıra bağıra yorum yapıyor, Damla ve ben müzik dinliyoruz, Rıdvan ve Samet atışıyor. :D Sonra bir baktım ki Öznur ilginç bir şeyler yapıyor. Yerimde duramam tabii, gittim baktım. Milletin ilk çocuğunun kız mı yoksa erkek mi olacağına bakıyormuş. Önce inanmasam da yine de hemen "BEN DE İSTİYORUM! BEN DE İSTİYORUM!" diye zıplamaya başladım. Öznur da baktı. Önce kız çıktı, sonra erkek çıktı, sonra yine kız çıktı, sonra yine erkek... "İkiz olacak galiba," dedi Öznur. Sonra ben kesin sonuç istediğimden birkaç kez daha baktırdım ve erkek çıkmaya başladı devamlı. Damla ve Tuğçe'nin de erkek olacakmış. Artık üçümüzün çocukları kanka olur. Sonra Öznur pek çok şey gösterdi ve yaptığı şeyin sonunda gerçekten çıktığına inandım. :P

Iraz yaz boyunca resim çizmiş. Ve tek kelimeyle aşmış! Hepimiz dumur bir halde resimleri inceledik. Uzaktan bakınca yazıcıdan çıkarılmış gibi görünüyorlardı.

Sonra ben Öznur'dan o halkayı alıp bizimkilerin çocuklarına bakmaya başladım. Serkan ve Rıdvan "Çok saçma yaa," derken sonra "Ben kızımı senin oğluna vermem!", "Hadi oradan asıl ben senin kızını benim oğluma almam!" diye tartışmaya başladılar.

Bir ara Başkan geldi ve lülelerimi çekiştirmeye başladı. "Artık önünde oturmuyorum, derste ne ile oyalanacaksın bakalım," dedim. Başkan da "Evet yaa, neyse arada gelir oynarım," dedi. Sonra her gören saçımla oynamaya başladı ve bir anda kafamda on tane el hissetmeye başladım. Rıdvan: Niye herkes Öykü'nün kafasında?
Minik: Baksana şu saçlaraaaa!
Nesrin: Ya bozmasanıza ben şekil yapıyorum.
Ben: ...

Çok zorla elde edilen öğle yemeğinin ardından Cihan Hoca'nın dersi geldi çattı ama kendisi gelmedi. Çok şükür! Sonraki ise Seçmeli İngilizce dersiydi ve Uğur'un dayısı geliyordu. Sınıfa gelir gelmez İngilizce konuşmaya başladı.
Sınıf: Heee?
Sonra sıra herkesin kendini tanıtmasına geldi.
Kıvanç: I'm Kıvanç Kırcı. I'm Uğur Aygün's best friend.
Hoca dahil herkes gülme krizine girdi. Bu kadar mı not düşkünü olur insan. :D
Rıdvan arkamda hocanın dediklerini çevirip, "Doğru mu Öykü?" diye sorup duruyordu. Çocuk Prison Break izleye izleye İngilizce'yi sökmüş. Helal valla. Samet ise Prison Break'ten bildiği birkaç cümleyi (I hope so, Yep, That's not the right way, I have a plan) kendini tanıtmakta nasıl kullanabileceğini düşünüyordu.
Sıra ona geldi.
Samet: I'm Samet Duman. I hope so I will be a lawyer.
Hoca: Really?
Samet: Yep!

Ben kendimi tanıttığımda üç yıldır benden haberi olduğunu ve hedeflerime ulaşacağımdan emin olduğunu söyledi. (Uğuuuur arkamdan neler söyledin dayına sen?)

Derste Samet ve Rıdvan'ın bir cümlesi daha benim kahkaha atmama neden oldu. Hoca komik bir şey söylediğinde güldüm. Hocanın söylediklerinden hiçbir şey anlamayan Samet, Rıdvan'a: Öykü güldüğü zaman biz de gülelim. *yapay bir hahahaha atar*

Son ders İngilizce ile günümüz sona erdi. Çıkışta da yokuşu yine bizimkilerle birlikte indik. O kadar özlemişim ki o yokuşu inmeyi. Uğur bugün hiç düşmediğim için beni tebrik etti. Ama sonra kaldırımdan tam sırtüstü düşecekken Rıdvan'ın bir yandan yanındakiyle konuşup bir yandan beni sırtımdan ittiğini hatırladım. Ama en azından düşmedim! Rıdvan'da da refleks olmuş artık.

Aslında anlatacak bir sürü küçük ayrıntı var ama bu kadarı yeter. Yoruldum. :D Kısacası çok eğlenceli bir gündü, çok eğlendim.

23 Eylül 2009 Çarşamba

How wonderful life is, now you're in the world...

Bugün kötü başladığım ama Damla ile geçirdiğimiz eğlenceli saatler sonucunda güzele dönen günüm, akşam annemin tüm moralimi mahvetmesiyle tekrar karanlıklara gömüldü. Servis şoförünün de değişecek olması benim okula giderkenki muhteşem 45 dkmın değişeceği anlamına geldiği için ve ben bunu annem günümü rezil ettikten hemen sonra öğrendiğim için moralim iyice yerin altına doğru bir yolculuğa çıktı. Ben de keyiflenmek için Moulin Rouge'dan bazı sahneler izlemeye karar verdim. Bir parçayı da paylaşayım dedim. Kimse izlemese ben blogu açtıkça izlerim.



Ewan neden bu kadar yakışıklı? Nicole neden bu kadar tatlı? Bu film neden bu kadar muhteşem? :D

19 Eylül 2009 Cumartesi

Ne Cahilsiniz!

Babamın internette oynadığı 101 oyununun hazır avatarlarının yarısının Final Fantasy avatarları olduğunu fark edince babamın avatarına Tidus'u koydurmuştum. Babam da kız olduğunu ileri sürerek reddetmişti. Ben de ona açıklamıştım. Daha sonra gelişen olaylar ise şu şekilde:

Erkek bir oyuncu, babamı kız zannederek ona asılır.
Babam: Ne cahilsiniz! O erkek. Hiç mi Final Fantasy oynamadınız?!
Bu olayı babam anlatınca ben iptal oldum tabii. :D

13 Eylül 2009 Pazar

Neden?

Neden ben mutlu olmaya çalışırken ve bunu başarırken, çevremdekiler beni mutsuz etmeye çalışıyor? Ve yine çevremdeki aynı kişiler kendileri bunun sebebiyken beni neden mutsuz olduğum için suçluyor? Ve neden benden başka hiç kimse mutlu olmaya çalışmıyor? Neden?

12 Eylül 2009 Cumartesi

Pijama Partisi!

Dün Damla bize yatıya geldi! Çok eğlenceliydi. Gece olmadan önce gece yapacaklarımıza dair bir plan çıkarmıştık. Planı, aşağıdaki resme bakarak anlayabilirsiniz. :P



Sabaha kadar film ve oyun ile zaman geçirecektik. Amaaaaa hiçbir şey planlandığı gibi gitmiyor tabii.

Planı sekteye uğratan ilk olay benim Advent Children izlerken uyuyakalmamdı. Gözlerimi kapatıp filmi dinlemek cidden iyi bir fikir değildi. Daha sonra uyandım ama bir mahmurluk kaldı üzerimde. Film bittikten sonra da Damla da bir yarım saat uzanma kararı aldı. Daha sonra uyandıracaktım onu.
Ben de acıdım bir saat uyumasına izin verdim. Sonra önceden uyarıldığım üzere sarsmadan önce seslendim. Ama gıkı çıkmadı. Sonra hafifçe sarsmaya başladım. Yine Damla'dan ses yok. Kızı öyle bir sarstım ki sonunda uyanmak zorunda kaldı. Ama sadece "Hıı..." diyip öbür tarafa dönecek kadar uyanık kaldı! Sonra artık dil dökmeye başladım.
"Damla hani DS oynayacaktık, hani planlarımız vardı, aç değil misin, Damla kalkar mısın lütfen? Yoksaaa suyun kaldırma kuvvetini kullanabilirim. Damla, Damla... Anlamadın galiba. Hani böööyle bir bardağa su doldurulur ve..."
"Tamam kalkıyorrrrrr......" Damla daha cümlesini tamamlayamadan yeniden uykuya daldı. Ve ben de bu sefer telefonumun kulaklıklarını onun kulağına takıp "What's Up People"ı açtım. Damla gayet sakin bir sesle "Beni bununla mı uyandırmaya çalışıyorsun?" diye sordu ama sonunda gözlerini açabildi. Onun bu uyku mahmuru halde DS oynarken bir resmini çektim ama buraya koymam yasak. :P
Sonra epey DS oynadık. Yemek yedik. Bu sırada benim yatağımın ucuna anneannemin istiflediği yorganların bir kısmı Damla'nın kafasına devrildi. Ben de pozisyonunu ve yüz ifadesini hiç bozmamasını isteyip resmini çektim. :D



Sonraaa başımın ağrıması üzerine ben de yarım saat uyumaya karar verdim. Ama Damla da beni aynı şekilde uyandırmamış ve uyandırdığında onun da uykusu geldiğinden ötürü ben uykuma devam ettim, o da gitti uyudu. :D

Uykusuzluktan ötürü pek çılgın bir gece olmasa da en azından planladığımız her şeyi yapabildik. Sabah da Rıdvan geldi ama o apayrı bir hikâye. Üşenmezsem belki bir ara anlatırım. :D

11 Eylül 2009 Cuma

10 Eylül 2009 Perşembe

Serah

Veee yeni bir Final Fantasy XIII karakteri daha ortaya çıktı. Videolarda inanılmaz sevimli gözüktü gözüme. Ayrıca Snow ile öpüşerek çıkış yapması da ayrı bir olay.

Bu karakterimiz Snow'un nişanlısı ve Lightning'in kardeşi olan Serah. Lightning'in adının Lightning olmasının nedeni de o. Aileleri öldükten sonra Lightning kardeşini korumak için büyümek zorunda hissetmiş ve eski karakterini geride bırakmak için adını da değiştirmiş.

Serah şu anda ölü gözüküyor ama kesinlikle geri dönecektir. Ayrıca Sqaure Enix oyunun en sevimli kızının o olduğunu söylüyor. Ben hâlâ Vanille taraftarıyım ama Serah'ın da kendine has bir sevimliliği var. Vanille daha Rikku gibiyken, Serah daha çok Yuna gibi geldi bana. :D

İşte karşınızda Serah! :P




Özellikle gülümserken çok sevimli. :D Neyse, yine yazarım. Bu bilgiyi paylaşayım dedim. Görüşürüz! :D

8 Eylül 2009 Salı

Mimlendim :P

Dilşah'ın bana attığı topla hakkımdaki 35 bilgiyi sizlerle paylaşmak için buradayım. :D Hadi bakalım...

1- Çok uçlarda yaşarım. Silgim kaybolduğu için dünyanın en mutsuz insanı haline gelirken, hemen ardından birisi bana gülümsediğinde mutluluktan havalara uçarım. Aynı şekilde biriyle konuşmama kararılılığım da en fazla bir gün sürer. Ama bazen de o kadar mutsuz olurum ki, beni sadece birkaç kişi neşelendirebilir o durumlarda. Garibim işte.

2- İnanılmaz unutkanım. Bazen birisini affettiğimi bile unutuyor, durduk yerde trip atıyorum.

3- Asla hayal kurmadan uyuyamam. Gerçek dünya kadar, hayal dünyama da zaman ayırırım. Ve eğer birisini bir kez olsun -iyi veya kötü- o hayal dünyamda canlandırmaya layık gördüysem, o kişi bende ömür boyu iz bırakır.

4- Davranışlarımın bazılarının ne kadar yanlış olduğunu bilsem de önüne geçemem. Geçersem kendi kendimi yerim. Ama geçemeyince de yerim.

5- Sevdiğim şeyleri deli gibi anlatmaya bayılırım. Özellikle Final Fantasy'yi. Sevgim içimde o kadar birikir ki, birisine anlatmazsam o sevgi yüzünden ölecek gibi hissederim. Çatlarım kısacası.

6- Küçüklüğümden beri Bilgisayar Mühendisi olmak istiyorum. Arada birkaç mesleği düşündüm ama başlangıç ve sonuç aynı.

7- En ufak şeyde ağlarım. Ama çok kızarsam, asla ağlamam, hissizleşirim. Çok üzülürsem, çok gerginsem veya çok ciddi bir durumun içindeysem de kahkahalarla gülerim.

8- Bana bağırılmasına veya azarlanmaya katlanamam. Hepsi bir bir beynime kazınır ve asla unutmayacağım şeyler halini alırlar.

9- İsimleri net hatırlayamam ama gördüğüm yüzü ve mekanı asla unutmam. Bir de sayı kombinasyonlarını ezberlersem asla unutmam. 100486-585530-905808-0928

10- Kendimi bildim bileli ismimin Melodi olmasını istemişimdir. Çok ilginç bir şekilde annemle babamın Öykü ile Melodi ismi arasında kaldıktan sonra Öykü'yü tercih ettiklerini öğrenmiştim.

11- En sevdiğim renk mavi. Neredeyse her tonuna aşığım. En az sevdiğim bu...

12- Bir çiftlikte yaşamayı çok hayal ettim. Küçük bir kasabada da. Ve devasa bir metropolde de. Yalnız bir hayatımın olmasını hayal ettim. İnsanlarla dolu olan bir hayat da... Ve hâlâ ne istediğimi bilmiyorum.

13- Dünyayı gezmeyi çok istiyorum. Sırt çantamla gezmek, bütün kültüleri tanımak... Bir yerde uzun süre kalmadan birçok insanla tanışmak...

14- Eğer biriyle kavga etmişsem olay çözülene kadar içim rahat etmez, her yerde peşimden gelir o rahatsız edici duygu.

15- Yaratıcılığımı kaybettiğim, hissizleştiğim, gerçek dünyaya bağlandığım anlar derslerimin en iyi olduğu anlar. Çünkü derste hayallere dalmıyorum öyle durumlarda.

16- Bir erkeği ilk gördüğümde ya hoşlanırım ya da hoşlanmam. Hoşlanırsam eğer aradan yıllar geçse de, bana kötülükler yapsa da o ortama girdiği anda o kişiyi hissederim. Belki öyle hoşlanma kalmaz ama yine de o kişi ile olan elektriğim hiç kaybolmaz. Eğer ilk gördüğümde hoşlanmadıysam da dünyanın en iyi insanı olsun, benim aşkımdan ölsün (olmadı da, varsayımda bulunuyorum, hani) o ilk görüşte hoşlandığım kişiler gibi olamaz. En azından ben öyle düşünüyorum. Tecrübe yok yani. :D Benden ömrüm boyunca tek bir kişi hoşlandığından ötürü. :P Bu da başka bir madde olurdu ama maddelerimi harcamak istemiyorum. Neyse. :D

17- Resim, müzik vb. pek çok şeye yeteneğim var ama hepsini aynı anda ve hemen geliştirmek gibi bir sabırsızlığım olduğundan ötürü hiçbirinde gelişemiyorum.

18- Beni sadece alarm ve Oğulcan'ın sesi uyandırabilir. Onun dışında uyurken yanımdaki sesleri çok nadiren duyarım.

19- En büyük mutsuzluklarımdan biri mutlu bir aile hayatımın hiç olmaması sanırım. Ailemin dağılması değil, hiçbir zaman aslında tamamen aile olmuş olmamamız.

20- Bir şeyi geri getirme şansım olsa bundan beş-altı yıl önceki annemi getirirdim.

21- Çoğu sırrımı kendime saklamakta başarısızımdır. Ama buna rağmen tek bir kişi hariç kimseyle paylaşmadığım sırlarım oldu. Nurefşan seviyorum seni. :D

22- Nutella'ya ölüyorum, bitiyorum, tapıyorum. Bunun dışında mantı, patates kızartması, dondurma, çikolata ve Damla'nın pastası (Öydaçe Special - Number 1 :P) da en sevdiğim yiyecekler arasında. En sevdiğim meyveler de erik, elma ve bazı kayısılar.

23- Birinci sınıftan beri gözlük takıyorum.

24- Üç buçuk yaşında kendi kendime okumayı öğrendim.

25- Karanlıktan hiç korkmadım. Ama asansörden (8 yaşından beri falan binmedim, ve hâlâ binmiyorum, Alp'in apartmanındaki asansörü asansörden saymıyorum yalnız), yılanlardan, iğneden ve çaresizlikten, güvenecek kimsem kalmamasından ölesiye korkuyorum.

26- Card Captor Sakura izlerken bazen en komik sahnelerde bile ağlıyorum.

27- Çok çok üşürüm. Kesin bir şey eksik vücudumda ama neyse.

28- Deodorant beni inanılmaz hapşırtır ama bunun dışında bildiğim bir alerjim falan yok. Bir de otlarla çok muhattap olmamaya dikkat ediyorum. Güneşin altında fazla kalırsam kaşınıyorum. Tamam varmış alerjim.

29- Güllerden nefret ediyorum. Gül desenli hiçbir şeye katlanamıyorum. Tek sevdiğim güller normal kırmızı gül değil de daha yoğun kokulu olan, koyu kırmızı güller. En sevdiğim çiçekten emin değilim. Çiçeklere pek ilgim yok ama papatya veya lale sanırım.

30- Bugüne kadar hoşlandığım erkekler genelde ya Koç ya da Akrep burcuydu.

31- Burcum Yengeç, yükselenim de ya Koç ya Balık bu arada. Koç diyen kaynaklar ağırlıkta.

32- Hırs yaptığımda çok gaza gelirim. Eğer o hırsı koruyabilirsem kimse önüme geçemez ama maalesef koruyamıyorum.

33- Moulin Rouge, My Girl ve Anastasia filmlerine bayılıyorum. Within Temptation da en en en en en sevdiğim grup. Enlere girmişken madde harcamadan buraya sıkıştırayım dedim. :D

34- Bazen düşüncelerim o kadar çeşitli ve hızlı olur ki karşımdaki neyden bahsettiğimi anlamaz. Bazen de düşündüklerimi söylediğimi zannederim, ama söylemem sadece sonucu söylerim.

35- Karşımdaki için çok basit, çok gündelik birkaç kelime benim haftalarca yüzümde gülümsemeye neden olabilir.

Ben deeee Gülfer'i mimliyorum. :D

Düzenleme: Ben The Secret Garden filmini de çok seviyorum. Onu ne diye eklememişsem. :D

3 Eylül 2009 Perşembe

Fiziiiik!

Ders çalışıyorum ben! Ve uzun zamandır ilk defa dershaneye istekle gidiyorum. Geçen seneki ısındığım kişilerin hemen hemen tamamıyla aynı sınıfta olmamın katkısı büyük elbette. Çok eğleniyoruz. Açıkçası dershane bizim kontrolümüzde gibi. Daha doğrusu birinci kat. :D Birinci kattaki o muhteşem koltukları işgal etmiş durumdayız. Çok süper oluyor öyle. Artık biz yokken de oturmuyorlar. Nihoah. Öhöm neyse... Fizik yapıyorum ben! Hoca ödev fizik testi verdi ve ben yaptım. Hahayt. Başım ağrımasa bir de süper olacak ama o benim kaderim. Her gün, her saat başım ağrımaya mahkumum.

Bir de mikrofon istiyorum PC'ye ben yaa... Mikrofonsuz kaldım.

Ha bir de Kara - Wanna şarkısı bağımlılık yaptı. Uzakdoğu popunun bağımlısı oldum be.

Aşırı üşengeç olmasam yüklenecek çok resim var da, üşengecim. Ayrıca telefon da kafayı yedi. Şarjı bir gün zor dayanıyor. Yetmezmiş gibi tuşlarının yerleri değişiyor! Yukarıya basıyorum, dosyayı silmeye kalkışıyor. Çok hoş. Yeni telefon lazım. Kasım'da çalışmalara başlayayım. Garantisi de bitti bitecek zaten. Neyse... Ben derse geri döneyim. Görüşürüz. :D