22 Ağustos 2009 Cumartesi

Epica! Forever and Ever!

Eveeet, Epica konserinden bahsedeceğim. Hazır yapacak daha iyi bir şeyim yokken anlatayım da aradan çıksın. :P Anlatmazsam içimde kalacak. Gerçi anlatacak pek bir şey kalmadı ama olsun. Yaşadığım en unutulmaz günlerden biriydi benim için konser günü.

Sabah erkenden kalkıp, heyecandan doğru dürüst de bir şey (yi)yemeyip Konak'a doğru yola çıktım o gün. Leman Teyze de yanımda. Sonra vapura binip Karşıyaka'ya geçtim ve orada Alp ile buluştuk. Foça'ya giden servislerin Karşıyaka İskelesi'nin oradaki anıttan kalkacağını biliyorduk ama sorun birden fazla anıt olmasıydı. Biraz yürüdük ettik ama sonunda birisi bize "Festivale mi gideceksiniz?" diye sordu. Servis için biletleri o satıyormuş. :D Neyse, bir saatlik bir yolculuğun ardından vardık Foça'ya.

Milletle buluşmak tam anlamıyla bir olay oldu. Ki daha konser alanına girmemiştik bile. Konser alanında da günü kurtaran Alp'in şövalye yüzüğü oldu. Neyse yemek falan yiyip, Gülfer ve ağabeyi İlker Abi (Abi işte! Ağabey çok garip yahu.) ile buluştuk ve konser alanına girdik. Orada Alp ve Gülfer "EPICA TİŞÖRTÜÜÜÜ!" diye haykırdılar ama ben göremedim. "Nerede?! Nerede?!" diye sorup dururken Gülfer konser alanında tişörtlerin satıldığını söyledi ve koşar adım oraya gittik.

The Divine Conspiracy tişörtü tek kelimeyle mükemmeldi. İki beden vardı sadece. Small ve Large. O an aklımdan çeşitli düşünceler geçti: "Small alsam zayıflamam için nedenim olur" vs. şeklinde. Şöyle bir bakayım dedim small bedenlere ama yoook, ben 50 kilo da olsam sığmazdım onların içine. Artı bir de o an giyme isteği de ağır bastı ve aldım largeından bir tane.

Pogo olayına girmek hiç istemiyorum. Zaten o zamanlara ait görüntüler pek net değil. Hayatımın bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçtiğini hatırlıyorum.

Ve konser zamanı geldi. Büyük çabalar sonucunda -Yasemin sen çok yaşa!- önlerde yerimizi aldık. Ve grup çıktı. Muhteşem bir andı. Simone'nin saçları, yüzü, her şeyi harikaydı. Yanımızda Epica'nın çıkmasına karşı olan grup bile Simone'yi görünce kendilerinden geçmişlerdi. Konserin ilk kısmı harikaydı. Daha sonra gelen bir mesaj tüm dikkatimi dağıttı ve bir süre konsere konsantre olamayıp bana mesajı atan kişiye ulaşmaya çalıştım. Zaten o şahsa çok teesüf ediyorum. Ehem neyse. Sonra tekrar konser havasına girdiğimde zaten son üç şarkı kalmıştı.

En son Consign To Oblivion'ı söyleyeceklerini duyduğumda çıldırdım. Mutluluktan tabii! Çünkü konserden önce özellikle onu çalışmıştım, söylemeyeceklerini düşünerek üstelik. Harika bir performanstı. Simone'nin Solitary Ground'dan sonra mı ne "Teşekkür ederim." demesi de şirin ötesiydi. Harikaydı ya... :D

Gelecek "sene" veya "sefer" görüşecekmişiz Epica ile. Umarım gerçekleşir bu. Çünkü bu sefer kendi konserleri olacağını umuyorum ve böylelikle önlerden izleyebiliriz grubu. Harika olur!

Biraz kopuk bir anlatım biçimi oldu ama idare ediverin. Ne zamandır yazmıyorum. Ayrıca közde patlıcan kokusu beni zehirlemiş durumda. (En nefret ettiğim kokulardan biridir.)

Neyse kısacası Epica konseri günü harika, müthiş ve unutulmazdı!

14 Ağustos 2009 Cuma

Benimle ilgili bir şeyler...

Çok alakasız bir şey ama içimden geldi söylemek:
Sevdiğim insanlarla, sevdiğim filmleri veya dizileri izlemek kadar beni mutlu eden şey çok az. Kimse anlam veremiyor bu zevkime ama öyle mutlu oluyorum ki anlatamam. Hiç konuşmasak, sadece oturup izlesek bile kendimi aşırı mutlu hissediyorum.
Şimdi Yeşim ile film izleyeceğiz. :D Görüşürüz. :D

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Twitter

Benim de artık Twitter'ım vaaar... :D Zaten aslında o tür bir şeyi telefonumda tutuyordum ben sıkıntıdan. Hani "Notlar" kısmında. Sadece kendim görüyordum ama olsun. Ama telefondan çok bilgisayarla vakit geçirdiğimden, bir de Onurcan'ın da gazıyla aldım Twitter. Şu yukarıdaki menüde görüyorsunuz. :D DeviantArt yerine onu koydum. Zaten güncellediğim yoktu orayı. Neyse, işte böyle. :D

7 Ağustos 2009 Cuma

Giderim Bu Diyardan

Giderim bu diyardan
Yüreğim bana kalmışsa
Gözlerin kaçıyorsa artık gözlerimden

Karanlık bu yollarda
Yıldızlar bile küsmüşse
Gölgeni arıyorken
Yitip gidiyorsan

Ayrılığın acısını
Bendeki kalp ağrısını
Tendeki ten yangısını
Hepsini hak ettim
Her şeyi ben mahvettim

Hasretin acısını
Bendeki kalp ağrısını
Tendeki ten yangısını
Hepsini hak ettim
Her şeyi ben mahvettim

Giderim bu diyardan
Yüreğim bana kalmışsa...

____________________

Bu benim 100. blog yazım... Böyle anlamlı bir şarkı da tam giderdi işte. Küçüklüğümde en sevdiğim sanatçılar olan Oya ile Bora'nın eserlerinden biri. İlk dinlediğim anda yaşadıklarımın bir önemi de var tabii... Böyle işte.

6 Ağustos 2009 Perşembe

Elveda...



Artık büyüdüm ben. Her ne kadar devamlı inkâr etsem de, bunu istemesem de... büyüdüm. Büyümek zorundaydım zaten. Herkes benden büyümemi beklerken, ben çocuk kalamazdım.

Ve aslında en büyük etki sen oldun bunda. Senin varlığın ve yokluğun. Bunca yıl fark etmememe şaşırmıyorum. Çünkü sana olan inancım o denli büyüktü ki, gözlerimi kör etmişti. Her sene gözlerimin önünden defalarca geçen "gerçeği" görmedim bu körlük yüzünden. Her seferinde baktım o gerçeğe, hep nedenini bilmediğim bir sempatiyle... Ama belki de artık sana yabancılaştığımdan, o körlük de geçti. Ve ben o gerçeği gördüm. Acıydı ama... Onca yıllık beklemenin ardından bu kadar ufak, bu kadar önemsiz... Bu nedenle birkaç gün kabullenmek istemedim. İçimde bir ışık yanık durdu hep. O ışıklar geçidindeki her ışığı hayat söndürmüştü bir bir, bu sefer sonuncuyu ben kendi ellerimle söndürdüm.

Veda etmeyi istedim sana. Sarılmayı... Sesini duymayı. Ama bu sefer bir beklentim yoktu. Kaç defa "son" verdim sana, kaç defa"son" bir kez gelmeni diledim ve kaç defa sen veda etmeye gelmediğinde "daha bitmedi" dedim. Şimdi de gelmedin. Ama bu sefer bitti. Ben büyüdüm.

Şimdi yine trene biniyorum. O olmayan geçmişimizde bindiğim gibi. Peşimden koşmanı bekleyemiyorum ama. Yine gidiyorum ben... Ama bu sefer geri dönmeyeceğim.

Elveda. Seninle tanışmak güzeldi... Her şeye rağmen.