28 Kasım 2010 Pazar

My Story



Tidus:
I don't know, but I have to try. This is my story. It'll go the way I want it...or I'll end it here.

Yuna: Wait. You say it's your story, but it's my story, too, you know? It would be so easy...to let my fate just carry me away...following this same path my whole life through. But I know...I can't. What I do, I do...with no regrets."

18 Kasım 2010 Perşembe

Beklediğim Oyunlar

Şu sıralar beklemekte olduğum birkaç tane oyun var. Şimdi bunların trailerlarını paylaşacağım sizinle! Hiçbiri de çıkmak bilmiyor! Trailerları izleyip izleyip mutlu oluyorum. xD Bunlar dışında Final Fantasy Agito XIII var ama henüz onun için heyecanlanacak kadar bilgi öğrenemedik. Tabii bir de yıllardır oynamak istediğim Final Fantasy VII: Before Crisis'in PSP versiyonu var ama onun da sadece adı geçti, görüntü bile yok!

1-Final Fantasy Versus XIII


2-The Last Story


3-Professor Layton and the Unwound Future


4-Time Travelers


5-Resident Evil: Revelations


6-Professor Layton vs. Phoenix Wright

13 Kasım 2010 Cumartesi

The Promise

Super Junior, SHINee, Kore pop müziği falan iyi, hoş, eğlenceli, seviyorum falan ama özümü unutmuş değilim...

Böyle bir şey yok arkadaşım! Mükemmelliğin tanımısın Within Temptation.

8 Kasım 2010 Pazartesi

I Do

Super Junior'ın Super Show 2 isimli Asya turlarından (Türkiye'ye Asya muamelesi yapsalar bir de!) bir şarkı: Marry U
Orada olabilmek, Kyuhyun'u mavi çubuğu sallarken izleyebilmek, Leeteuk'un elini tutabilmek, Kangin'in fışkırttığı baloncuklarda(!) ıslanabilmek, Heechul'un eline resim tutuşturabilmek, Shindong'un komik danslarına gülebilmek, Hangeng'e sarılabilmek, Donghae'nin kameraya şebeklik yapmasını izleyebilmek, ve diğerlerine de doya doya bakabilmek için nelerimi vermezdim! Çok tatlısınız be!

4 Kasım 2010 Perşembe

Şımarasım var bugün...

Benim annem ile babam ayrı. Bilmeyen varsa diye baştan söyleyeyim dedim. Onlar ayrıldıklarında bir kez olsun göz yaşı dökmedim, bir kez olsun anneme zorluk çıkarmadım. Her şeyi gülümseyerek karşıladım. Evi bırakıp giderken gülümsedim anneme, daha kolay çeksin kapıyı diye. Sonra hemen o akşam babam geldiğinde babamın yanına gittim, ona da gülümsedim, üzülmediğimi görsün ve o da üzülmesin diye. Annemin gitmesine üzülecek hali yoktu zaten, üzülse üzülse ben veya kardeşim üzülürse üzülürdü. (Ondan da pek emin değilim ya!) Ertesi gün okula gidince gülümsedim herkese. "Anneanneme yerleştik, ohh çok güzel oldu," dedim. Ne diyecektim? Annem ve babam artık kavga etmeyecek, akşamları kardeşimi odama alıp annemle babamın bağrışlarını duymasın diye ses sisteminin sesini sonuna kadar açıp dans etmeyeceğim diye üzülecek miydim bir de?! Her akşam sofraya oturduğumda beni inceleyen ve sürekli kusurlarımı bulup yüzüme vuran bir babam olmayacak diye mi üzülecektim? Üzülmeyecektim tabii!
Ama üzülmesem bile, zordu. Hayatımda tekrar yaşamayı asla ama asla istemem o dönemleri. O yüzden bugün üzüleceğim. Bugün kendimi şımartacağım.
"Aaa Şirin, kızın ne kadar olgun!" diyip duruyorlardı. Annem hâlâ şımarık küçük bir kız olduğumu, olgunlukla uzaktan yakından alakam olmadığını savunur. Benim yerimde başka bir kız olsaydı ne yapardı hiç düşünmüyor...

Neyse, özellikle babam zorlaştırmıştı bu ayrılma işini benim için. Hiç üzülmediğim halde sürekli "Üzülme kızım, üzülme," diyordu. Zorla üzmeye çalışıyordu sanki beni!
En net anım o günlerden (hoş iki sene önceydi, unutmak için çok erken) evden ayrıldığımız haftanın hafta sonunda babama gitmiştim. Artık aksilik bu ya durduk yerde dizimi incitmiştim. (Daha sonra üç gün yürüyememiştim acıdan!) Hüngür hüngür ağlamaya başlamıştım. Çok acıyordu canım. Yere yığılmıştım incindiği anda. Ayağa bile kalkamıyordum. Halam veya amcamlar falan vardı babamda o akşam. Onlar yardım etti bana, yatağa yatırdılar. "Canım acıyor," diyorum babam yüzümü okşuyor. "Tabii üzüldü, içine attı," diye. Ben deliriyorum! Orda artık "Ne üzülmesi be! Manyak mısın?! Burda canım acıyor! Benim yerimde olsan görürdün!" diye saymıştım. Babam "Acır tabii, acır, üzüldüğünü biliyorum," diye hâlâ yüzümü okşuyor. O an anlıyorum nasıl isabetli bir karar olduğunu gitmemizin. Babamın nasıl bana etiketler yapıştırdığı, nasıl beni olduğumdan tamamen farklı biri sandığı kafamda iyice netleşiyor.
İşte en kötü anım bu o ayrılma döneminden. Babamın bana zorla hüzün dayatması...

En çok üzen ayrılmaları değil. Ayrılacak duruma gelmeleri. En başından beri o durumda olmaları. Hiçbir zaman böyle mutlu mesut bir aile ortamım olmadı. Nasıl olur bilmiyorum da... Annem kendi babasını anlatıyor... Masal gibi geliyor bana. Gerçek değilmiş gibi. Gerçekte öyle bir baba olamazmış gibi. Tüm babalar eve gelir, çocuklarına bir şeyler satın alır "Bakın sizi düşünüyorum, ne isterseniz alıyorum," der, sonra odasına kapanır diye düşünüyorum hep. Babamdan nefret de edemiyorum bu yüzden. "Bana istediğimi alıyor," diyorum. "Ne istersem alıyor! Daha ne yapsın!" Daha fazlasını bilmediğim için, babam da bilmediği için, kızamıyorum. Elinden geldiğini yaptığını biliyorum! İstediğimizi almanın yapmayı bildiği tek şey olduğu için kızamıyorum! Ama yetmediğini de biliyorum.

Hem bu kadar eksik hissedip, hem de daha fazlasını istemenin nankörlük olacağını bilmek çok yoruyor beni, çok...