28 Haziran 2012 Perşembe

Dünyanın sonundaki deniz...

Panic... Hiçbir beklentim olmadan tanıştığım bir grup. Bir şarkılarının coverına denk gelip şarkının orijinalini merak etmiştim. Ama şarkıyı ayrı olarak bulamadığım için albümü indirmiş, albümü indirmişken de MP3 çalarıma atmıştım. İlk başta sadece o şarkıyı dinledim. Sonra diğer şarkılar arada çıktıkça farkında olmadan onları da dinledim. Hani bazen şarkıları karışığa alırsınız ve otobüs camından uzaklara dalarsınız. Şarkılar peş peşe çalar, ne çaldığına çok dikkat etmezsiniz... İşte öyle öyle içime sinmeye başladı diğer şarkıları. Bir gün Lee Juck'ın sesi bir anda hayal dünyamdan çekip çıkardı beni. Sesi içimde bir şeyler uyandırmıştı. Bir anda olmuştu her şey. "Ne kadar güzel..." dediğimi hatırlıyorum. Belki de hiçbir orijinal yanı yoktur, belki de o kadar çok içime işlemiştir ki artık güzel kavramımı ona göre şekillendirmişimdir. Bilmiyorum. O günden sonra özellikle dinledim tüm şarkılarını. Her birine teker teker aşık oldum. Eski bir grup oldukları ve artık popüler olmadıkları için şarkılarının çevirisini bulmak çok zor bir işti. Ama her şeyi daha da güzelleştirmişti. Her yeni çeviri keşfinde hala kalbim küt küt atıyor. Hala keşfedecek çok çeviri ve anlamlandırılmayı bekleyen pek çok şarkı var.
Neyse, çok uzattım. Zaten duygularımı da güzel anlatamadım. Kısacası Panic benim hayatımın en önemli öğelerinden birisi oldu ve o ilk dinlediğim şarkıları da, Dalpaengi/Salyangoz, bu dünyadaki en sevdiğim şarkıya dönüştü. Çok çok değerli benim için. YouTube'da geçirdiğim saatler boyunca bir sürü coverını buldum. Ben de bu coverlar arasından dikkatimi çekenleri paylaşmak istedim. Hem kendim için de hepsini bir arada bulabileceğim bir yer olsun istedim. Öyle işte.


Kyuhyun: Kyuhyun'un bu coverı benim Dalpaengi ile tanışmamı sağladı. Benim için çok önemli bir yeri var. Bu yüzden de ilk olarak ona yer veriyorum. Ayrıca bu videoda sözlerin olması da iyi bir başlangıç oldu.





Achtung: Bu çok çok yeni keşfettiğim bir cover. İyi ki de keşfetmişim diyorum. Şarkıya çok farklı bir hava katmış. Hem Dalpaengi dinleyip, hem de yeni ve güzel bir şarkı dinliyorum gibi hissettiriyor. Çok hoş, çok.





leeSA: leeSA, sesini çok beğendiğim bir müzisyen. Onu da Dalpaengi sayesinde keşfettim. Bunu dinledikten sonra onu içten içe kıskanmadım da değil. Hiçbir zaman sesim güzel olmadı, hiçbir zaman da buna çok fazla üzülmedim. Ama çok sevdiğim şarkıları söyleyebilmeyi dilerdim...



Two Months: Two Months'ın üyesi Kim Ye Rim ile çok sevdiğim bir dizi olan Shut Up: Flower Boy Band sayesinde tanıştım. Sevdiğim her Koreli'nin herhangi bir Panic şarkısı coverı var mı diye hep kontrol ederim. Kim Ye Rim beni mutlu etti.



W&Whale: Whale de son zamanlarda keşfettiğim müzisyenlerden biri. Her ne kadar müzik tarzı tam olarak benim zevkime hitap etmese de dinlemekten inanılmaz zevk aldığım şarkıları var. Bu nedenle grubuyla bu şarkıyı coverladıklarını görünce çok sevindim. Ayrıca şarkının sonlarına doğru kendi tarzlarına çevirmeleri de çok hoşuma gitti.



Ve tabii ki Panic...
Bu kadar coverın ardından orijinalini paylaşmamak olmaz. Pek diyecek bir şey yok. Mükemmel işte. (Aslında klibini paylaşmak istemiştim ancak ses kalitesi çok kötüydü. Öyle.)



Son olarak da şarkının en sevdiğim canlı performansını paylaşmak istiyorum. Lee Juck'ı 1995 haliyle de ölesiye sevsem de şimdiki performansının çok daha etkileyici ve duygusal olduğunu inkar edemeyeceğim. Keşke, keşke bu performansın yüksek kaliteli bir hali olsaydı elimde. Çok şükür ki ses kalitesi son derece iyi. Bu güzel performansla kapanışı yapalım. Ve eğer bu noktaya kadar geldiyseniz benim için büyük önemi olan bu şarkıya ayırdığınız zaman için teşekkür ederim. ^^

18 Haziran 2012 Pazartesi

somewhere i have never travelled,gladly beyond


somewhere i have never travelled,gladly beyond
any experience,your eyes have their silence:
in your most frail gesture are things which enclose me,
or which i cannot touch because they are too near

your slightest look easily will unclose me
though i have closed myself as fingers,
you open always petal by petal myself as Spring opens
(touching skilfully,mysteriously)her first rose

or if your wish be to close me, i and
my life will shut very beautifully ,suddenly,
as when the heart of this flower imagines
the snow carefully everywhere descending;

nothing which we are to perceive in this world equals
the power of your intense fragility:whose texture
compels me with the color of its countries,
rendering death and forever with each breathing

(i do not know what it is about you that closes
and opens;only something in me understands
the voice of your eyes is deeper than all roses)
nobody,not even the rain,has such small hands

e. e. cummings

13 Haziran 2012 Çarşamba

Beyond: Two Souls


Artık o günler (umarım) geride kaldığı için bahsetmekte sakınca görmüyorum. Hayal gücü her zaman sınırları zorlayan bir kız olarak hayatımın büyük bir çoğunluğunda bir hayaletle beraber yaşadığımı düşündüm. Hayalet, koruyucu melek veya geçmiş bir hayattan bir anı... Bilmiyorum. Hiçbir zaman tam olarak adını koyamadım. Büyüdükçe geleceğe dair bir işaretmiş gibi kabul ettim. Bir gün tanışacağım biriydi belki de o. Ama sonunda hayatıma devam edebilmek adına büyük ölçüde onu hayatımdan çıkarabildim. Arada sırada hayat beni çok yorup köşeye sıkıştırdığı zaman yeniden ortaya çıkması tehlikesi doğuyor ama sanırım iyi idare ediyorum.
Tabii benimki zihnimin ürettiği bir savunma mekanizmasından başka bir şey değil. En azından öyle sanıyorum. Hala onun hakkında açıklayamadığım bazı şeyler var ama küçüklüğüm her geçen gün daha da bulanıklaşırken, asla objektif olarak açıklığa kavuşturamayacağım şeyleri kurcalamak yerine kesip atmayı tercih ettim. Bu kararı vereli birkaç yıl oluyor.
Beyond: Two Souls'u gördüğümde yaşadığım duygular tarif edilemezdi doğal olarak. Kendini bildi bileli bir varlıkla beraber yaşayan Jodie Holmes'un hikayesini anlatıyor Beyond: Two Souls. Jodie ona Aiden/Iden (daha yazılışı kesin değil) diyor. Oyunun ayrıntıları çok net değil. Ama oyunda hükümet Jodie'nin peşinde ve biz de Jodie ile Aiden'ı kontrol ederek onlardan kaçmaya çalışıyoruz. Oyunda Jodie'nin bu duruma nasıl geldiğini 15 yıllık süreci oynayarak öğrenecekmişiz. Aynı zamanda Aiden'ı da kontrol edebiliyor olmamız çok hoşuma gitti. İnsanların bedenlerini ele geçirebiliyor, her zaman olmasa da fiziksel objelerle temas kurabiliyor ve mesela Jodie'nin içinde uyuduğu trenin camından dışarı uçup dışarda neler olup bittiğini kontrol edebiliyoruz.
Beyond: Two Souls, Heavy Rain'in yapımcıları tarafından yapıldığı için hem çok heyecanlandığım hem de çok korktuğum bir oyun. Heavy Rain kesinlikle eşsiz bir deneyimdi ama açıkçası hikayesi beni etkilemenin yanına bile yaklaşmadı. (Bunda fazla Agatha Christie okumamın ve katili oyunun yarısında anlamamın etkisi olabilir. Hm.) Gerçi Beyond: Two Souls'un hikayesiyle fazlasıyla kişisel bir ilişkimiz var. Umarım Heavy Rain'deki hatalara düşmeyip gerçekten mükemmel bir hikaye anlatırlar. Bir de Jodie'yi Ellen Page'in oynadığı gerçeği var. Bu da inanılmaz heyecanlanmama neden oluyor. 2013'e kadar nasıl bekleyeceğim ben?!

10 Haziran 2012 Pazar

Bu yaz çok şey yapmaya karar verdim. Daha doğrusu izlemeyi planladığım çok dizi/film/anime/drama, okumayı planladığım çok kitap ve oynamayı planladığım çok oyun var.
Avatar bittiğine göre şimdi neyi aradan çıkarsam? Sanırım NANA izleyeceğim. Hem başlamıştım zaten. O bitsin bakalım.
Evet, hâlâ kurguya boğulmayı dışarı çıkıp hayatı yaşamaya tercih ediyorum. Böyle daha huzurluyum. Hem aslında dışarı da çıkıyorum, insanlarla kaynaşıyorum falan. Ama odama kapanmışken daha güvende hissediyorum kendimi.
NANA izleyip, Final Fantasy IV: The After Years oynayalım. Dissidia Final Fantasy de oynamak istiyordum ama PSP'nin analogu sizlere ömür. Her türlü geri gidiyor karakterler... Neyse. NANA.