28 Aralık 2010 Salı

Blink


Bugün Doctor Who'nun insanların dilinden düşürmediği bölüm olan Blink'i izledim sonunda. Zaten epeydir aklımdaydı. Sonunda oturup izleyebildim. Gerçekten söylendiği kadar vardı bölüm. Gerçi yazarı Steven Moffat olduğu için şüphem yoktu harikalığından, yine de şaşırtmayı başardı.
Sadece lafta değil Blink'in başarısı, IMDB puanı 9.7. Ve Wikipedia'dan da şu alıntıyı yapayım: "For "Blink", Steven Moffat won the BAFTA Craft and BAFTA Cymru awards for Best Writer, and the Hugo Award for Best Dramatic Presentation, Short Form."
Bölümün içeriği ile ilgili fazla bilgi vermek istemiyorum. Hepsini izlerken görmeniz daha iyi. Yine de "Güzel, izleyin," demek pek yeterli olmuyor. Bu bölümde Sally Sparrow isimli bir karakter eski bir eve fotoğraf çekmek niyetiyle giriyor. Sonra duvarda, duvar kağıdının altında bir yazı görüyor. "Beware!" Duvar kağıdının gerisini yırttığında ise adını duvarda yazılı görüyor. Bunun üzerine arkadaşıyla bu evi araştırmaya başlıyorlar. Sally bir önceki gün gördüğü ağlayan melek heykelinin ertesi gün başka bir yerde olduğunu fark ediyor. Ve arkadaşı birden bire evin içinde kayboluyor.
Bu bölümü anlamak için diğer bölümleri izlemiş olmanıza gerek yok. Doctor'un mavi bir polis kulübesi ile zamanda yolculuk yaptığını bilmeniz yeterli. Mükemmel senaryosu, Carey Mulligan ve tabii ki Doctor Who bölümü olması bu bölümü kaçırılmaması gereken bir bölüm yapıyor. Merak ediyorsanız: 3. sezon 10. bölüm. ^^

Miracles

"The universe is big, it's vast and complicated, and ridiculous. And sometimes, very rarely, impossible things just happen and we call them miracles." - The Doctor

27 Aralık 2010 Pazartesi

A Christmas Carol



Böyle harika bir resim olamaz! Yoksa siz hâlâ Doctor Who izlemediniz mi?

Yeni Tema! Yine!

Yeni bir temam var! Yeeey! Üzerinde epey bir oynama yaptım. Sadece şu "özlü sözler" yerine yazacak bir şey bulamadım, silmek de içimden gelmedi. O yüzden onlar duruyor. Belki aklıma bir şey gelirse değiştiririm. Aerith resimleri çok güzel oldu. Yorum seçeneği yok temanın ama olsun. Çok hoşuma gitti ne yapayım! İyi gezinmeler. :D

26 Aralık 2010 Pazar

Yılbaşı!

Bu sene yılbaşını arkadaşlarımla geçireceğim ilk defa. Tuğçe ve Damla ile Damla'nın evinde kutlayacağız. Normalde evde yılbaşı için yalnız kalan gençler pek çok etkinlik bulabilir. Bunun başında içmek ve kopmak gelir. Ama bizim yılbaşı planımız tamamen şu:
Film izlemek ve UNO oynamak.
Üç film izleyeceğiz. Biri I'm A Cyborg But That's OK (kanlarına ben girdim), diğeri A Tale Of Two Sisters (bunu kapkaranlık bir odada izleyeceğiz, nihoha), üçüncüsünü ise Tuğçe seçip getirecek.
Ve bizim yılbaşı planımız bana en güzeliymiş gibi geliyor. Daha ne olsun ki?

22 Aralık 2010 Çarşamba

Video

Şu birkaç gündür tek bir videoya saplanmış durumdayım. Sürekli izliyorum. Durmadan, bıkmadan. İzlemediğim zamanlarda o videoda çalan müziği dinliyorum. Onu dinlemesem bile video beynimde devamlı oynuyor hiç durmadan. Çok önemsiz bir video. Çok sıradan... Ama hayatın anlamı o videonun içinde gizliymiş gibi gözlerim açıkken, gözlerim kapalıyken, uyurken hep onu izliyorum. Bir anlamı yok yazdıklarımın. Kimseye videoyu göstereceğimi sanmıyorum yani. Ama zaten bu blogda herhangi bir vaatim olmadı yazacaklarıma dair. O yüzden anlamı olmak zorunda da değil.
Hayatımın amacını güçlendirmeme çok büyük yardımcı oldu o video. Artık hayatımın anlamını biliyorum. Bu dünyaya neden geldiğimi biliyorum.
Hayattan hiçbir beklentimin olmadığı bir bunalım dönemine girmiştim. Sanırım artık daha iyiyim.

20 Aralık 2010 Pazartesi

Blondies

Beni yakından tanıyan insanlar sarışın erkeklere olan ilgimden haberdardır mutlaka. Hele de renkli gözlülerse bakmaktan alıkoyamam kendimi.
Şu sıralar izlediğim tüm dizilerde sarışın erkekler olduğu için (evet Kore dizilerinden biraz uzaklaştım) kafamda tüm beğendiğim sarışın erkekler dolaşmaya başladı. Çok boş bir iş olduğunun farkındayım ama uğraşacak bir iş arıyorum ve şimdi oturup beğendiğim sarışın ünlülerin listesini yapacağım. Emin olun atlamak zorunda kaldığım bir sürü olacak, çünkü sarışın sevdam beş-altı yaşlarıma kadar iniyor. Bu yüzden en belirgin olanları koyacağım listeye. xD

Macaulay Culkin
Hatırlayabildiğim ilk aşık olduğum sarışın Macauley Culkin'di. Pek çok kişinin aksine ben onu Evde Tek Başına'dan değil My Girl (Kız Arkadaşım veya çoğu kişinin bildiği şekilde: çocuğu arı sokan film) ve Richie Rich filmlerinden tanıyordum. Macauley Culkin aşkı kısa sürdü ama My Girl'ün etkileri hâlâ devam etmekte. Ayrıca şu anki halini de hiç beğenmediğimi eklemeliyim.

Leonardo DiCaprio
Altı yaşında Titanic'i ilk izlediğimde beni çok etkilediğini itiraf etmeliyim. Zaten o dönemde Titanic'i izleyip de Leonardo DiCaprio'ya aşık olmayan bir genç kız yoktu. Ben biraz fazla genç kaçıyordum o kadar. Ama cidden çok seviyordum o zamanlar. Günlüğümde onun TV'de yayınlanacak filmlerini nasıl dört gözle beklediğimden falan bahsetmişim. Duvarımdaki devasa Titanic afişindeki resmini de her akşam uyumadan önce öperdim. Ve dört bir yana Cake yazdığımı hatırlıyorum. (Altı yaşında ve hiçbir şekilde İngilizce ile alakası olmayan bir kız olarak "Cek" yazmadığıma şükredin. Gerçi kulağa kekten daha güzel geliyor ama...)

Wesley Barker
Ahh işte bu listeye girmiş girecek tüm sarışınlar arasındaki en büyük aşkım. (Bir tane daha var ama onun adını bilmediğim için listeye koyamayacağım. O yüzden bu tek en büyük.) Ciddi anlamda aşıktım bu çocuğa. İstanbul'da halamlarda kaldığımızda Fox Kids'teki Big Bad Beetleborgs dizisinde onu görmüş ve direkt vurulmuştum. İstanbul'da geçen koca bir yazın tamamını dışarda gezmek yerine TV başında Wesley beklemekle geçirdiğimi söylememe gerek yok sanırım. Samsun'a döndüğümüzde aylarca Digitürk için babamın başının etini yemem de bu yüzden. Digitürk'ün bağlattığımız ay dizi yayından yeni kalkmıştı. 10 yaşındaki Küçük Öykü'nün kalbinin kırılma sesini siz de duydunuz, değil mi? Ama hikâye burada bitmiyor. 16 yaşında kazık kadar bir kızken aklıma düştü bu sarışın delikanlı. Acaba ne yapıyordu? Hâlâ dizilerde oynuyor muydu? Big Bad Beetleborgs adını hatırlamak epey zor olmuştu altı yıldan sonra ama gerisi çorap söküğü gibi geldi. Sonrasında pek fazla yerde gözükmeyen Wesley'in MySpace'ine kadar bulmuştum. (Birkaç dizide konuk oyuncu olmuştu ve o bölümleri de indirip, Wesley arşivi yapmıştım. Evet iki sene önce! Gelmeyin üstüme. xD) Benden 8 yaş büyük olması büyük bir şok olmuştu. MySpace profilinde sevgilisinin ona yazdığı mesajları da görünce aşkımı kalbime gömmeye karar verdim. xD Arada bir yeni bir yerlerde görünmüş mü diye kontrol ediyorum ama... xD

David Anders
Hayatımda ilk defa bir kötü karakteri sevmeme neden olan insandır bu. Alias'taki Julian Sark benim tüm o "İyiler süperdir, kötüler iğrençtir!" diye düşünen saf halimi götürüp "Kötüler de süper olabiliyormuş," dememi sağlamıştır. O masum bakışı ve elindeki pompalı tüfeğiyle günün ortasında, insanların içinde nasıl da öldürmüştü o adamı. Yerim onu. Heroes'da da epey oynamış. Bir ara onun olduğu bölümleri izleyeceğim mutlaka.

Michael Vartan
Yine Alias'tan bir yakışıklı geliyoooor. Michael Vartan! Ya da Alias'taki adıyla Michael Vaughn. Beyaz atlı CIA ajanım benim. Erkeklerdeki kazak ve sweatshirt saplantımın nedeni de tamamen bu adamdır! Şu üstündeki gibi ince siyah/lacivert kazaklar, sweatshirtler falan giyip duruyordu dizide. (Takım elbise giymediği zamanlarda.) Ve çok yakışıyordu! Gerçekte de Jennifer Garner ile evlenmesini falan isterdim. Ama Jennifer Garner onu Ben Affleck için terk etti. Kader...

Jason Dohring
Soyadı için her seferinde IMDB'ye bakmam gerekse de son zamanlarda en beğendiğim sarışınlardan biri Jason *resmin üstüne bakar* Dohring. 11. sınıftan 12. sınıfa geçtiğim yaz CNBC-e'ye epey merak sarmıştım ve o yaz Terminator: The Sarah Connor Chronicles ile Moonlight favori dizilerim olmuştu. Ve Jason Dohring, Moonlight'taki Josef isimli vampiri canlandırıyordu. Zevk düşkünü, bol para sahibi, keyfince kan içmekten çekinmeyen bir vampirdi. Yani mükemmeldi! Ne yazık ki dizi bir sezon sürdü. O da 16 bölüm... Ve Josef de esas vampir değil, onun arkadaşıydı. Yani çok da göz önünde değildi. Geçen gün Veronica Mars'a başladığımda onu görmek çok harika bir sürpriz ve Veronica Mars'ı gözümü kırpmadan izlemem için bir neden oldu.

Evet, aklıma gelen sarışınlar bunlar. Küçüklük aşklarımdan bir de Kevin Zegers var (o basketbol oynayan Buddy isimli köpeğin olduğu filmdeki çocuk) ama o daha çok kumral, o yüzden onu eklemedim. Bu yazı açıp açıp bakacağım cinsten bir şey oldu. Saat 2:30 oldu, artık yatsam iyi olacak. Rüyamda bol sarışın göreceğim bu gidişle...

14 Aralık 2010 Salı

ELF

Duyuyor musunuz ELFlerin sesini?



I'm A Cyborg But That's OK

Hayatım tamamen tekdüze (geçen seneden bile daha tekdüze) olduğu için bloga yazacak pek bir şey bulamıyorum. Ev dışında bulunduğum sadece tek bir yer var. Orada da ders alıyorum zaten. xD Bu yüzden de izlediğim filmleri, dramaları vs. daha sık anlatmaya başlayabilirim. Burada da bu durumu görüyoruz zaten. xD

Şimdi size uzun zamandır izlediğim en sevimli filmlerden biri olan I'm A Cyborg But That's OK'den bahsedeceğim.



Film bir deliler hastanesinde geçiyor. Cyborg olduğunu iddia eden bir kız olan Young-goon, bozulacağı korkusuyla yemek yemeyi reddettiği için annesi onu deliler hastanesine yatırıyor. Burada çok kibar olduğu için sürekli geri geri yürüyenden tutun, belinde görünmez bir lastik olduğunu düşünene kadar pek çok renkli karakter var. Young-goon yanında onların da geçmişlerine şahit oluyoruz. Ancak Young-goon'u asıl etkileyecek olan karakter anti-sosyal ve şizofrenik tanısı konmuş, ayrıca çalma hastalığı olan Il-sun'dur. (Bi Rain oynamaktadır kendisini. Ninja Assassin'den biliyorsunuzdur. :D) Olaylara onların bakış açısından bakmamızı sağlayan film oldukça sevimli ve eğlenceli bir film. Elbette hüzünlü sahneler de var ama genel olarak üzerinizde pozitif etkiler bırakan sahnelerle dolu. Ben çok zekice ve eşsiz buldum filmi. En sevdiğim filmler arasına roket hızıyla çıktı. Ama çok aman aman bir film kültürüm yok. O yüzden bilemeyeceğim siz nasıl bulursunuz. Pek fazla bahsetmek de istemiyorum filmden, her bir ayrıntıyı izleyerek görmeniz çok daha güzel olacak. O yüzden bu yazı filmin hakkını hiç vermedi... Heh, bir de filmi fragmanı izlemeden izlemenizi öneririm. Fragmanda çok fazla şey var gibi geldi bana.
Şimdi orijinal DVD'sini arıyorum filmin. 88 dolarlık bir tane buldum, özel versiyon. Ööööh! xD Çok güzel görünüyor gerçi. Yanında ekstra bir sürü şey veriyorlar. Ama çok pahalı yaa... Üstelik İngilizce altyazı seçeneği de yoktu. Neyse, internetten kolaylıkla bulabilirsiniz Türkçe altyazılı olarak.

Not: Ne kadar saçma sapan bir yazı oldu bu. Bence siz gidip filmi izleyin ve bu yazıyı unutun. xD

10 Aralık 2010 Cuma

Kış

Yeni taşındığımız evin olduğu siteye çıkan otobüs kar yağdığında çıkamıyor. Kısacası kar yağdığında burada mahsur kalacağız. Yaşasın! Keşke ben mezun olmadan taşınsaymışız buraya...

Bakış Açısı

Aşk gerçek olmasa ama iki kişi onun gerçek olduğuna inansa, bu iki kişi birbirine karşı hissettiği duygunun aşk olduğunu düşünse, ölene dek birlikte mutlu bir hayat sürse, aşkın gerçek olmamasının bir önemi kalır mı?

6 Aralık 2010 Pazartesi

You're Beautiful

Not: Aşağıdaki yazı spoiler içerebilir. Dramayı bitirdiğim şu anda anlatacak kimseyi bulamadığım ve deli gibi hakkında konuşmak istediğim için bu yazıyı yazıyorum. Eğer dramayı izlemek istiyorsanız karakter tanıtımlarını okumayın. ^^
Ve eğer dramalar hakkında yeni yazılarımı okumak isterseniz drama blogum: http://yunaninkoregunlugu.blogspot.com


Bu dramayı gerçekten çok sevdim, çok eğlenerek izledim. Az önce bitirdiğim için içimde bir burukluk var. Daha dün ilk bölümden başladım ama sanki yıllardır izliyormuşum gibi bir duygu var içimde. Çoğu dramada yaşıyorum bu duyguyu.

You're Beautiful, ünlü bir grubun üyesi olacak ikiz erkek kardeşinin yerine geçmek zorunda olan Go Mi Nyu'nun hikâyesini anlatıyor. A.N.Jell (Angel) isimli grubun üç üyesi var ve tahmin edebileceğiniz gibi pek çok aşk üçgeni ihtimali var. Bu dramanın güzel yanı bunu baymadan yapabilmeyi başarması. (Dramanın bir sahnesinde sinir krizi geçirdim ama diğer dramalarla kıyaslandığında tek bir kriz hiçbir şey sayılır. Boys Over Flowers izlerken görmelisiniz beni. İşte o zaman gerçek krizi görürsünüz.) Bu dramayı ilk izlemeye başladığımda (bir sene önce falan) benim beğendiğim oğlanın esas oğlan olmadığını fark edip bırakmıştım drama boyunca sinir olacağım diye. Ama dün artık dayanamadım. Üç bölüm izleyip bıraktığım için vicdanım sızlıyordu. Ben de başladım ve bitirdim. :D

A.N.Jell üyelerini tanıtayım hemen:

Hwang Tae Kyung (Esas Oğlan)
İlk başta kesinlikle hiç beğenmedim. Saç modeli, giyim tarzı, konuşma şekli hepsi komik görünüyordu. Kaşlarına da uyuz olmuştum. Esas oğlanın o olduğu çok barizdi ama. Klasik takıntılı, sosyal yeteneği sıfır olan, odunluk üzerine master yapmış, ama ayrıca hafif de salak olan karakter. Ancak kabul etmeliyim ki gülümsediği zaman çok ama çok sevimli oluyor bu çocuk. Bir anda beş yaşında bebek oluyor sanki, yanaklarını sıkasınız geliyor. Zaten kabullendim, çok sevdiğim bir karakter oldu kendisi. Ama öyle bir rakibi var ki! İlk defa bir dramada kızın kavuştuğu kişinin başkası olmasını istedim! (Spoiler sayılmaz, esas oğlan yani, kızın ona kavuşacağını ilk bölümden anlıyorsunuz.)


Kang Shin Woo (Rakip)
Bir sene önce bu dramaya başladığımda daha ilk bölümden kızın kız olduğunu anlayıp ona yardım etmeye başlamasıyla kalbimi fethetmişti. Ancak onun kalbinin kırılışını izlememek için dramayı bırakmıştım. O zamanlar Kore müzik piyasasını pek bilmiyordum. Geçtiğimiz aylarda dramanın oyuncularına baktığımda "Amanın! Jung Yong Hwa mı oynuyormuş o karakteri!? Nasıl fark etmedim! Daha da çok sevdim şimdi!" şeklinde bir tepki vermiştim. Her neyse, Mi Nyu'nun kız olduğunu daha ilk tanıştığı anda anlayıp ona çaktırmadan sürekli yardım eden Shin Woo, zamanla ona aşık olmaya başlıyor. Şunu söylemeliyim ki bu karaktere kesinlikle diğer dramalardaki "üçüncü şahıs"lara kıyasla kıyak geçilmiş. Sonuna kadar karizmasını bozmayan bir karakter. Genelde rakip karakterler esas oğlan ile kızın arasını bozacak bazı hareketlerde bulunurlar, Shin Woo kesinlikle öyle değil. Ayrıca dizideki en mükemmel sahnelerin yine Shin Woo'nun sahneleri olması da ona kıyak geçildiğinin bir göstergesi. Şikayetçi değilim. :D


Jeremy
Sizi dramanın en sevimli karakteriyle tanıştırayım! Onu gördüğünüz her sahnede kahkahalara boğulabilirsiniz. Ancak bir tane de duygusal sahnesi var ki, gözlerim dolu dolu izledim. Birkaç ay önceki ben izleseydi o sahneyi, saatlerce ağlayabilirdi. Jeremy grubun en saf üyesi. Diğer iki üye Mi Nyu'nun kız olduğunu çakmış ve çoktan abayı yakmışken Jeremy onların arasında gay ilişki olduğundan şüphelenip kendi kendini yiyip duruyordu. Ancak o da yavaş yavaş ona aşık olmaya başlayınca, Mi Nyu'dan köşe bucak kaçmaya başladı. Sonunda "Aşık olmak suç değildir. Aşık olduğun sürece kime aşık olduğun önemli değildir." temalı bir kitap okuyup, o da aşık olduğunu kabul etti kendi kendine. Onun kız olduğunu öğrendiğinde yaşadığı sevinci görmeniz lazım!

Go Mi Nam/Go Mi Nyu (Esas Kız)
Rahibe olmak üzere eğitim alırken ikiz erkek kardeşi Mi Nam'ın yerine geçmek zorunda kalan sakar ve olabildiğince saf bir kız. Bir şeyi açıkça suratına söylemedikçe hiçbir şey çakmıyor. Oldukça eğlenceli bir karakter. Öyle bir birine, bir öbürüne de ümit vermiyor. Ancak keşke Shin Woo'nun onun kız olduğunu bildiğini anlasaydı. Drama tamamen farklı bir yolda ilerleyebilirdi. Ama o zaman çok kolay biterdi her şey. İlla uzatacaklar dramayı... Neyse. :D

Sonuç olarak, hiçbir şey için olmasa bile Shin Woo'nun sahneleri için izlemeye değer bir drama.
En sevdiğim sahnenin videosunu bulamadım ama bunu da paylaşmazsam içimde kalırdı:


Tamam, ohh rahatladım.