30 Aralık 2009 Çarşamba

29 Aralık 2009 Salı

...

Boğuluyorum ya! Okulda boğuluyorum! Bana robot muamelesi yapan insanlardan nefret ediyorum.
Hele hele bir kız var ki! Normalde çok severim onu, bu yüzden beni rahatsız eden davranışlarına tahammül ederim ama her insanın bir sınırı vardır. O kız benimkini aşalı yıl oldu!
Bir kere önümde oturuyor ve nedense hep yarım porsiyon oturuyor. Dersten çok ben ilginç geliyorum herhalde! Hikâye yazıyorum daha yazmaktayken çekiştirip okuyayım mı diyor, izin vermeyince de başıma dikiliyor ve yine de okuyor! Her seferinde!
Yazılıda yazılısı bitince arkasına dönüyor ve beni izliyor.
Teneffüste Damla ile konuşurken yanımda duruyor ve beni izliyor. Tepemde!
Bugün o kadar bunaldım ki! Hem ondan hem de komposizyonlarını İngilizce'ye çevirmemi isteyen insanlardan... Zaten okulda oturduğum yeri de sevmiyorum. Orta sıra... Ben duvar kenarı insanıyım. Bir arkadaşımdan istedim de yer değiştirdik. Damla ile ben geçtik duvar kenarına. Uzağa, çok uzağa! Ve sonra bir ders sonra hoca saldığında bilin bakalım ne oldu?
Geldi ve sandalye çekti ve ders boyunca, sonra da öğle teneffüsü boyunca yanımızda oturdu. Yaptığımız her şeye karıştı. Ben de oynayayım, ben de yapayım...
Hayır bir de "Hayır," dediğinde dudaklarını uzatıyor, surat asıyor ya çarpasım geliyor iki tane!
Sonra bir de vicdan azabı çekiyorum. O kadar iyiliği dokundu bana, çok da seviyor beni niye böyle düşünüyorum diye...
Ama boğuluyorum!

27 Aralık 2009 Pazar

Özledim seni...


http://jasonengle.deviantart.com/art/Death-of-Laurana-63740776

Laurana'm...
Rikku'm...
Özledim seni...

Flavor of Love

E oha? Şimdi de Utada Hikaru çaldı dramada... İlk defa tanıdığım şarkılar çıkıyor izlediğim bir dramada. :D Utada Hikaru yine normal de, Beatles'ın şoku hâlâ sürmekte. :D

Strawberry Fields

Hana Yori Dango'da bile Beatles çaldı...
Çekiyorum işte!

24 Aralık 2009 Perşembe

Takvim

Az önce sandalyemde şöyle geriye yaslanıp masama baktığımda gözüm masa takvimime takıldı. Ocak 2010'u gösteriyordu takvim.
"Ben erken geçtim biraz," diye güldüm kendi kendime.
Sonra gözüm bir tarihe takıldı.

3 Ocak 2010

Pazar gününe denk geliyormuş bu sene. Ne hoş... Pazar günlerini pek sevmem. Dershanede olacağım o günün çoğunluğunda. Sabah ilk gördüğüm yüz dolmuş şoförününki olacak muhtemelen. Onu bir sürü yabancı yüz izleyecek.

Böyle özel olması gereken bir gün, yine aynı geçecek. Aynı rutinde geçecek.

Güneş 3 Ocak'ta dünyaya en yakındır. Ama biz pek hissetmiyoruz tabii, buralar soğuk oluyor fazlasıyla.

Ben de çok üşüyorum o gün. 3 Ocak'ta doğan o kişinin bana olan uzaklığını en çok o gün hissettiğimden sanırım. "Yok"luğunu... "Var olmamış"lığını... Bana hep uzak olacağını biliyorum. O bir uçta, ben bir uçta...

Ben güneş dünyaya en uzakken doğdum. Baştan belli çok uzak olacağımız birbirimize.

Çok da umrumda değil gibi aslında. Sadece yalnız hissettiğimden sanırım. Yine hayallere sarılma ihtiyacı duyuyorum.

Ama güzel hayaller be...

Baştan aşağı saçmaladım biliyorum. Ama ne zaman mantıklı oldum ki? 3 Ocak işte... O günde doğan tanıdığım bile yok. Geçen sene dershanede bir kızınkini kutluyorlardı şimdi hatırladım. Demek geçen sene de dershaneye gitmişim o gün...

Dershaneden nefret etmek için bir neden daha!

18 Aralık 2009 Cuma

Hana Yori Dango


Yeni bir dramaya başladım! Evet. :D İzlediğim beşinci drama oluyor bu! Yey! Aslında tamamen bodoslama seçtim, çünkü ilk izlediğim drama Devil Beside You olduğundan (ve hâlâ favorimdir kendisi) ve o da bir Tayvan draması olduğundan J-dramaları konusunda pek iyi bir fikrim yoktu. :D (Evet izlediğim dramaların üçü Tayvan dramasıydı ve evet üçünde de esas oğlanı Mike He oynuyordu. Seviyorum işte, ne yapayım. :D Diğeri j-drama idi fakat dizi değil, filmdi.) Bu yüzden de Türkçe bir forumda en çok adı geçeni izleyeyim dedim ve Hana Yori Dango'yu izlemeye başladım. :D
Öncelikle Mike'tan sonra ana karakter oğlan hiç de ilgimi çekmemişti. :P Kızı da sevmemiştim. Rainie Yang dururken yani. :D Ama zamanla ikisine de alıştım hatta esas oğlan çok sevimli gelmeye bile başladı. :P Dramada kıvırcık saçlı ama gerçekte düz saçlı olduğu bazı yerlerde korkutucu derecede Joe Jonas'a benziyor. :D (Nadiren ama olsun.)
Drama felaket derecede Türk dizilerine benziyor ama zaten hepsi öyle. Yine de Devil Beside You çok da öyle değildi. Ben neden Hana Yori Dango ile ilgili blog yazıyorum ki? Git Devil Beside You hakkında yaz, değil mi? :D
Ama yok yok sevdim bunu da çok. Çok eğleniyorum Tsukasa'nın aptallıklarıyla. :D Size de öneririm yani, eğlenceli bir drama. :D Daha güzellerini de izleyeceğim inşallah.
Aslında Hana Kimi de vardı çok tutan ama onun konusu pek sarmadı beni.
Bunun konusunu da anlatmadım niyeyse, bir özet geçeyim. :D
Makino diye fakir ama gururlu bir genç kızımız var. Ülkenin en pahalı okulunda okuyor. Ailesi yemiyor, içmiyor onun okulunun parasını ödüyor. Bu okulu ise F4 diye bir grup oğlan yönetiyor. (Tahmin ettiğiniz üzere dört kişiler.) Hepsinin başında da Tsukasa geliyor. Nedense dramanın başında aşırı acımasızken, sonraları şapşal bir şey oluyor. Nasıl bir anda böyle dönüverdi ben de bilmiyorum. Ve diğer F4 üyeleri sanki o hep böyleymiş gibi davranıyor. Neyse, ben şapşal halini seviyorum. :D
İşte eğer bu F4'dan birinin canını sıkarsanız size kırmızı bir not kağıdı veriliyor ve tüm okul size sırtını dönüyor. Siz okulu terk edene kadar da yapmadıklarını bırakmıyorlar.
Makino da bir arkadaşını korumak için Tsukasa'ya karşı çıkıyor ve kırmızı not kağıdını alıyor. :D Kıza neler neler yapıyorlar ama Makino pes etmiyor ve Tsukasa'ya savaş ilan ediyor. :D
Olaylar gelişiyor... :D
Eğlenceli işte. Zaman öldürmek için birebir. Mangası da varmış bunun. Hatta animesi de var sanırım, emin olmasam da.
Pek planladığım gibi bir yazı olmadı ama idare ediverin. :D Üşendim biraz. :D

8 Aralık 2009 Salı

In their shoes...

Bugün ömrümde hiç olmadığım kadar başkası olmak istedim. İşte şu köşede duran kız olsaydım bugün, veya şurada oturan oğlan.
Öykü hariç herkes olmak istedim.
Öykü'den hiç bu kadar sıkılmamıştım.

3 Aralık 2009 Perşembe

Filled With Wonder

İçimde tuhaf bir heyecan var. Sanki bir olayın olacağını biliyormuşum da bir an önce o anın gelmesini istiyormuşum gibi.
Sabırsızlıkla bekliyorum. Ama çok da sabırsızlanmıyorum, gerçekleşmemesinden korkarak.
Ancak ortada ne bir tarih var ne beklediğim bir şey.
Ama işte orada, görüyorum. Hemen orada. Bana bir adım uzakta. Bir hamle yapıp o perdeyi araladığımda her şey açıklığa kavuşacak. Ben aradığıma kavuşacağım. İçimde bir dürtü var.
Hadi ne duruyorsun?! diyor.
Bekleme öyle! Koş! Yap şu hamleyi! Bu noktaya kadar gelmişsin! Durmasana!
İçimdeki heyecan daha da artıyor.

Ama...
Nereye koşacağımı bilmiyorum!
Nerede o perde?
Nerede aradığım mutluluk?
Benden bir adım uzakta, hissediyorum...
Ama adımı nereye atmalıyım?

Ey Zeki Müren'in ruhu!

Bugün sınıfta ruh çağırdık!
Ve ne hikmetse çağıracağımız ruh Zeki Müren'in ruhuydu!
Oturduk, bir çember oluşturduk. Ve nedense bu olayı en geyiğe vuran üç kişi yan yana geldik. Sol elimde Arıkan'ın, sağ elimde Rıdvan'ın eli kıkır kıkır gülüyoruz.
Uğur: Şimdi herkes gözlerini kapatsın ve aklındaki garip düşünceleri boşaltsın!!!
Arıkan: Garip derken?! (Gülüşünü bastırmaya çalışır.)
Ben: Şşş güldürme ya.
Rıdvan: Ne saçma bir ortam ya bu!

Bu sırada Iraz yanlışlıkla perdeye değer ve perde azcık aralanır. Demet'in ödü kopar ve bağırmaya başlar!
Demet: Zeki geldi! Zeki geldi!
Rıdvan: Iraz değmiş olmasın perdeye!
Demet: Hee...

Tekrar -güçlükle- konsantre olunur.
Uğur: Ey etraftaki ruhlaaar, cemmatimizi duyuyorsanız bizimle iş- ileş- iletişime geçin! (Uğur kopunca herkes kopar.)

Sonra yeniden konsantre olunur.
Uğur: Ey etraftaki ruhlaaar, cemmatimizi duyuyorsanız bizimle iş- iletişime geçin! (Uğur'un cidden bu sözcüğü çalışması lazım.)
Herkes fena halde konsantre olmuşken Arıkan gözlerinin beyazı görünecek şekilde ruh ele geçirmiş taklidi yapar ve sonunda dayanamayıp gülme krizine girer. Doğal olarak herkes onu takip eder.

Sonunda ruhun gelmeyeceğine karar verildikten sonra kahve fincanını yanına alan herkes Zeki Müren şarkıları söylemeye başlar.
Hmm gelmiştir belki de?

Bu arada ruh çağırma seansımızı defalarca bölen, sınıfın ruh çağırmaktan korkan halkına da burdan kınamalarımı gönderiyorum. :D

Dancing in the moonlight, singing in the rain!

Neşelenmek için Blackmore's Night dinlemek gibisi yok. :D

Yey yey yey!

14 gün kaldı Final Fantasy XIII'e! Avrupa'da çıkmasına daha var ama olsun bir yerlerde çıkıyor sonuçta!
Oynanış süresi 50-60 saat olacakmış... Ki bunları çok gördük önceden. Ben rahat 120 saat oynarım bunu. :D
Sidequestler, chocobolar, karakter geliştirmeler falan. Karakter geliştirme sistemi de FFX'tekine benziyor sanki. Eğer öyleyse tadından yenmez bu oyun.
Çok heyecanlıyııım!

30 Kasım 2009 Pazartesi

Ve bir de...

Babamın evindeki odamdaki gerçek ay ışığını istiyorum ben.
Fosforlu ay ve yıldızların ışığı yetmiyor.

Depresif İnsan...

Depresifim evet. Yey.
Bugün yine isyanlardaydım.
Sonra dedim, ufak bir hedef koyayım kendime.
Onu yapıp mutlu olacağıma inandırayım kendimi.
Kıyafetlerimi çok kolay unuturum ben. "Vayy benim bu da vardı doğru ya!" derim sonra. (Ayakkabılar için de aynısı geçerli.)
En bağlı olduğum kıyafetler bile dolapta kaybolursa, kendisini hatırlamam.
Benim en sevdiğim kıyafetim annemin devamlı çöpe atmaya çabaladığı kalitesiz eşofman altım. İnce, lacivert, bol, artık eşofman altı demeye bin şahit isteyen bir şey.
Aklıma geldi.
"Onu giyeceğim ve çok mutlu olacağım." dedim kendi kendime. "Yıllardır ilk defa kabussuz bir gece yaşayacağım."
Koştum dolaba.
Eşofman altımı bulamadım.
Annem de "Yarın buluruz, bugünlük idare et. Niye tutturdun anlamadım ki!" dedi.
Anlamaz tabii.
Beni kim anladı ki?

29 Kasım 2009 Pazar

Geçmişe Yolculuk

Geçende bir rüya gördüm ama o kadar gerçekçiydi ki uyandığımda hâlâ gerçek olduğuna inanıyordum.
Geçmişe dönmüştüm. 2007 yılına. Neden döndüğümü çıkaramıyordum ama bir fikrim vardı!
Damla'nın kaçırdığı fırsatı yakalamasını sağlayacaktım! Pek ümit yoktu ama başka neden dönmüş olabilirdim ki?
Tüm rüya boyunca okuldaydım. Damla inanmıştı gelecekten geldiğime. Bir an önce eve gitmeli ve Damla'nın bu fırsatı kaçırmasının önüne geçmeliydik.
Ama tüm rüyalarımda olduğu gibi tam mutlu sona varmadan önce rüyam sonra erdi. Eve giden yoldayken uyandım. Hem de babamda kalıyordum ve 2007 yılında uyanmam gereken yatakta uyandım. Bu yüzden hâlâ olanlar gerçekmiş zannediyordum. Ne zaman yatağın farklı örtüsünü gördüm, o zaman anladım her şeyi.

Hele bir de bugün gördüklerimden sonra o fırsatın kaçmamış olmasını o kadar diledim ki!

Çok çok çok özür dilerim Damla! Geçmişe dönemiyorum! Salaklığım yüzünden neler kaybettin belki de! Zamanında Minik bahsettiğinde benim araştırmadan duramayan salak bünyem araştırmadı onu! Belki de, ufak bir ihtimal ama belki de, elde edecektin istediğini.

Seni bu kadar mutlu edecek bir şeyi sana veremediğim için ne kadar üzgün olduğumu hiçbir şekilde, ne sözcüklerle, ne yüz ifadeleriyle, ne de başka bir şekilde ifade edemem.

İçimde bir his var, diyip sana ümit verdiğim için ne kadar pişman olduğumu; hatta en baştan belki onu tanımanı sağlamış olduğum için ne kadar vicdan azabı çektiğimi anlatamam.

Bana kızgın değilsin biliyorum. Ama ben kendime o kadar kızgınım ki. Ve kendimi asla affetmeyeceğim.

Ve zamanda tek bir şeyi değiştirme hakkım olsa, emin ol senin onunla tanışmanı sağlarım.

25 Kasım 2009 Çarşamba

Tekken 6! Tekken 6! Tekken 6!

Sonundaa oynadııım lay lay laa,
Tekken 6 oynadııım lalay lalay laa,
Çok mutluyuuum tey tey lalay laa,
Tamam artık susuyorum laylaaa!

Resimler konuşsun. :D
Fotoğrafçı: Damla


Uğur: Ne biçim tutuyorsunuz kolu ya? Haha huhu.
Ben: Tekken oynarken başka ne türlü tutacaktık?
Rıdvan: Bırak Öykü yaa, hayatında Tekken mi oynamış? Nereden bilecek?
Uğur: Bööö...



Lili! Bu resmi muhteşem yakalamış Damla. Süper bir poz.






Lili'nin tüm resimlerinde böyle nur inmiş gibi. :D


Xiaoyu!


Uğur: (Yukarıdaki görüntüyü gördükten sonra) Bu kız spastik mi?
Ben: Uğur kaybol!
Uğur: Ne yaa...





Bu alttaki resme de hastayım. :D Xiaoyu'nun tüm hareketi aynı resimde, hehe. :D


Zafina ekranda belirdiği anda ben ve Damla dahil herkes TV'ye yapıştı. :D




Julia!


Ben Rıdvan'ı döverken. :D Ama ilk başladığımızda Rıdvan iyi süründürdü beni. :D


Nina'nın kapalı bir kıyafeti çıkınca izleyen herkes hayal kırıklığına uğradı. :D


Alisa'yı hem Rıdvan hem de ben çok beğendik. Alisa'nın robot olduğunu bilmeyen Rıdvan "Oha kafası çıktı!" diye haykırınca koptuk. :D


Aşağıdakiler de dövüş sırasında çekilen fotoğraflara pek yer vermememin nedeni. :D

Bunda perfect çekmiştim. Nihoah! :D




İki pişmanlığım var:
1- Lars ile oynamayı akıl edememek.
2- Damla ile saate bakmadan salondan çıkmak. Otobüs saatine daha çok olduğunu akıl edebilsek bir on maç daha yapardık Rıdvan'la. Hevesimi alamadım. Kader. :D

Final Fantasy XIII'e Tapmak

Son trailer ile birlikte "Ben bu oyunu Japonca da alacağım huleeeeyn!" naraları atmaya başladım. Alabilir miyim bilmiyorum ama şansımı deneyeceğim. Biraz resim koyayım son trailerdan. :D

Öncelikle Lightning'e sevgili olmaya layık karakter olmadığından yakınırken, iki tane potansiyel çıktı. (Yatta!)

Potansiyel 1




Potansiyel 2


Sıra diğer resimlerde;
Lightning'i yerim ben. :D


Ağlamaaa...


Snow! Taş taş taş. :D


Oerba Yun Fang, çok taş bir bayan. Ve Bahamut kullanıyor. Ama yine de azcık birazcık kılım kendisine. Neden bilmiyorum.


Vanille! Şekerlik abidesi! Summon çağırması bile ayrı bir tatlı!


Müthiş ekip. Ama bence hâlâ bir erkek daha lazım ya...



Veee... Serah'ın varlığına ilk kez lanet ettim. Böyle bir ikilinin aşık olma ihtimalini nasıl sıfıra indirirsin? İnsaf be!

24 Kasım 2009 Salı

Okuma Listesi

Kitap okumalıyım! Yeter artık! Aaaa! Nereye kadar kitap okumadan yaşayacağım hayatımı? Nerede her gün elimde farklı kitapların olduğu günler? Neredeee?!

Evet, listeme başlıyorum. Asıl kitaplara geçmeden, elime ayağıma dolaşan kitapları bitireceğim.

Öncelikle Dört Kafadarlar Takımı'nın şu çerez kitabını aradan çıkarayım. Adını bile hatırlamıyorum. Ayıp be Öykü. Onu da bitiremiyorsan yazıklar olsun sana.

Sonra Tuğçe'nin varlığını bile unuttuğu Başucumda Müzik'i okuyayım. Çok da bitirme niyetim yok ama yarım bırakmaya gönlüm el vermiyor.

Ha! Harry Potter ve Ölüm Yadigarları'nın hâlâ Türkçe'sini okumadım! Rıdvan kitabını döve döve alacak sonunda.

Sonra asıl kitaplara geçebilirim.

Öncelikle Göç! Ne hevesle başladım kitaba, sonra kaldım daha ilk elli sayfada. Kitap bir yıldır bende. Damla linç edecek beni. (Kendisi de Kristal Parçası'nı bir yıldır bitirmeye çalışıyor. İlkbahar Şafağı Ejderhaları'nın iki yıldır Tuğçe'de olduğundan söz etmiyorum bile! Kapağını unuttum kitabın. Ve Samet... Sürgün'ü istiyorum! :D)

Sonra Eragon'u okuyayım. O kadar harçlığımı yatırıp almıştım onu seneler önce. Aç gezmiştim uğrunda. Okur değil mi insan? Nerdeee!

Allah'ım yazdıkça aklıma geliyor, delireceğim. Ben hâlâ Yerdeniz Öyküleri'nin son iki kitabını okumadım. Ama yok yok onlar sonraki iş.

Sonra kara lekem, utanç kaynağım... Bir insan Yüzük Kardeşliği'ni okumadan yaşayabilir mi? Ben yaşıyorum. Sıradaki o.

Sonraaaa ne kaldı?
Heh...
Alp ve Zeynep bile okumamı söylediklerini unuttular bunu. Ama ben unutmadım. Her gün gözümün içine içine bakıyorlar. Oku bizi, öksüz bırakma diye.
Büyücü - Çırak ve Büyücü - Usta!

Tamam bunlardan sonra şu Yerdeniz'i bitiririm.

Aaa şey de var, Tehlikeli Diyardan Öyküler. Yerdeniz'den sonra onu okurum. Serkan onu geçen seneki doğum günümde almıştı, hâlâ okumadım. (Ben son birkaç yıldır yaşıyor muydum, merak etmeye başladım.)

Sonrasında Damla'nın benden gaza gelerek Kristal Parçası'nı bitireceğini umuyorum. Onu okurum.

Sonra daaaaa Yüzüklerin Efendisi'nin diğer ikisini bitiririm.

He bir de şu Yüreğinin Götürdüğü Yere Git var. Onu aralara mı koysaydım? Yok yok hayır, iyi bu. :D

Evet, enfes oldu. :D Gerisine de sonra bakarız.

Not: Nalfein Fan Club forever! :D

22 Kasım 2009 Pazar

Şu ışıklı şeyi benden uzak tutun!

"I follow the night,
Can't stand the light."
Sanırım şu anki yaşam stilimi en iyi bu açıklıyor. Vampir gibi oldum. Ama sadece güneş değil, her türlü ışık kaynağı acı çekmeme neden oluyor. Genelde karanlık odada uyuyup duruyorum.
Şu anda bilgisayar ekranına bakmak bile acı veriyor.
Ben uyuyayım.

18 Kasım 2009 Çarşamba

17 Kasım 2009 Salı

Biri... Kafamı... Kessin!

Yeter artık! Bıktım şu baş ağrısından! Sene başından beri düzgün hızlanan hareket yapan baş ağrım bugün artık sınıra dayandı! Daha ötesinde beynimin patlayacağını düşünüyorum! Yok arkadaş... Bilgisayar başında geçirdiğim şu saniyeler bile işkence benim için.
Yokum ben bir süre. Onu söyleyeyim dedim. Başım ağrıdığı müddetçe ben yokum. Gözlerimi açmak bile acı veriyor artık.
YETER!

15 Kasım 2009 Pazar

Pain(e)

Benim birkaç tanıdığım insan öldü. En yakını küçüklüğümden beri her yaz evinde kaldığım, anneannemin kardeşiydi.
Ama ölünce kılımı kıpırdatmadım. Ağlamadım. Üzülmedim bile doğru dürüst. Daha sonra yazın eve gidip onun olmadığını fark edince, biraz içim burkuldu ama birkaç saniye sonra geçti. Beni en çok etkileyen ölüm buydu. En büyük etkisi buydu.

Bugün ise Damla hasta. Doktora gitti ve canı acıdı. Sadece canının acıdığını bilmek bile ağlamama neden oldu. Ameliyat olacak olması içimi acıtıyor.

Çabuk iyileş Damla! Sen bir insanın sahip olabileceği en harika dostlardan birisin...

14 Kasım 2009 Cumartesi

Jim Jim Jim!


Ne zamandır bir ünlüye böyle çarpılmamıştım. Önüm arkam sağım solum her yerim Jim!

10 Kasım 2009 Salı

Mısır Ekmeği

Bugün on yaşıma dönmek istiyorum. En güzel yaşıma. İlk dostumu edindiğim, ilk defa hayatımda uzun süre iz bırakacak erkekle tanıştığım yaşıma.
Gözlerimi kapatınca kızıl saçlı arkadaşımla ilk karşılaştığım anı görebiliyorum. İşte orada oturmuş duvarın üstüne. Saçları beline kadar uzanıyor. Çilleri ve ela gözleriyle pek bir sevimli.
Şeyda'ymış adı. O anda kanka oluyoruz onunla. Karşılıklı evlerimizde bir onlara bir bize koşturuyoruz. Annelerimiz de şaşkın. Birbirimizden ayrılamıyoruz. Benim Barbie bebeklerimle, onun bilgisayarındaki Indiana Jones, Mafia ile oynuyoruz.
Annesi bize mısır ekmeği yapıyor. Yoğurtla birlikte yiyoruz. İlk defa orada seviyorum mısır ekmeğini, çayı, çorbayı. Hep zorla yediriyor bana annesi. Şikayet etmiyorum. Çok mutluyum.
Yüz yaşındaki babaannesi Kurtuluş Savaşı yıllarını anlatıyor bize.
Sonra onların VCD playerına yeni aldığım Avril CD'mi takıyorum. Birden ikimiz de Avril oluyoruz. Konser veriyoruz.
Rize anılarını anlatıyor bana. Yemyeşil tarlalardan bahsediyor. Ahşap evlerinden... Hep oraya gitmenin hayalini kuruyorum. Buz gibi derede yüzmek, geceleri Şeyda ile birlikte yıldızlı gökyüzünü izlemek hayalini.
Kavga ediyoruz sonra. Bağıra çağıra. Hangimizin evindeysek diğeri evi terk etmekle tehdit ediyor diğerini. Ama birkaç saniye sonra kahkahalara boğulmuş bir şekilde yerlerde yuvarlanıyoruz.
"Zum yap Şeyda!"
"Zum yap Öykü!"
Bazen oturup karşılıklı ağlıyoruz. Özlediğimiz kişileri anıyoruz.
Sonra aşklarımızı anlatıyoruz. Çocukluğun saflığıyla derinlemesine sevdiğimiz erkekleri.
O anlatıyor, ben anlatıyorum.

Sonra birden o zaman sevdiğim çocuk geliyor aklıma.
Bisiklet üzerinde onu ilk görüşüm. Onun da durduğu noktayı hatırlayabiliyorum. Ortak arkadaşımızın bizi tanıştırışını ve daha o anda onu ne kadar sevdiğimi.
Birlikte bisikletle yokuştan aşağı hızla pedal çeviriyoruz.
Ben servisten iner inmez görüyorum ortak arkadaşımızı ve sevdiğim çocuğu. Bazen elimdeki kız dergisindeki testleri yapıyorum onlara.
Futbol oynuyoruz. Bana öğretiyorlar.
Salıncakta sallanıyorum ve sevdiğim çocuk beni sallıyor.
Ortak arkadaşımız ise ben her servisten indiğimde beni camdan karşılayıp el sallıyor.

Avril dinliyorum bol bol. Olmakta olduğum kişiyi sevmemi sağlıyor o. Okuldaki tüm aşağılanmalara, dışlanmalarıma rağmen kendim olmam için bana güç veriyor o. Şeyda'mı ve diğer iki arkadaşımı sevmek yetiyor bana.

Ha bir de Samet var. Benim okuldaki ilk arkadaşım. Sims ile tanışmamı sağlayan kişi. Tarumar! Biskrem'imi paylaşmayı en sevdiğim kişi.
Birlikte Pokemon seyrettiğim, Digimon seyrettiğim, "askercilik" oynadığım, su savaşı yaptığım, bazen başını ağrıttığım çocuk. Çoğunlukla okula gitmemi sadece onunla serviste yaptığımız muhabbetler sağlıyor. Bir an önce servise binmek için can atıyorum.

İlk defa kar o sene yağıyor doğru dürüst Samsun'a. Kardan adam yapmayı, kartopu savaşı yapmayı o sene öğreniyorum. Sokakta bir sürü çocukla oynamayı öğreniyorum.

Henüz hayatımdaki en tatsız kişiyle tanışmıyorum. Ve o kadar huzurluyum ki.

Mutlu olmak için "Complicated" söylemek, Şeyda ile kıkırdamak, sabahları Sakura izlemek ve sonra okulda Kaya ile o günkü bölümden bahsetmek yetiyor da artıyor bile.

On yaşıma gönderin beni.

6 Kasım 2009 Cuma

Uyum

http://www.burclar.com.tr/burclar-uyumu/

Bana su burcundan başka yar olmaz. :D

4 Kasım 2009 Çarşamba

Güneş



Agua de Annique'in şarkıarınan şu ana kadar dinlediklerimin hepsi bende güneşli bir günde hissettiğim duyguları uyandırıyor. Gözlerimi kapatsam iki küçük saf aşığın göl kıyısında, yemyeşil çimenlerin üstünde, güneşin altında oturduğunu görebiliyor, gülüştüğünü duyabiliyorum. Sözleri hiç alakalı olmasa bile böyle hissediyorum.

31 Ekim 2009 Cumartesi

Gitme!


http://remocholy.deviantart.com/art/Come-to-me-70873095

Kendimi çok akıllı sandım. Çok güçlü sandım. Her şeyi unuttum ben, büyüdüm, dedim. Kendimi kandırdım sadece. Bir an inandım da aslında... Denedim. Gerçekten denedim. Hatta bir an başardım sandım. Unutmayı, büyümeyi, sevebilmeyi başardım sandım.
Ama sonra... Hepsi bir anda yok oldu. Biliyordum sahte olduğunu bunların. Bir anda yok olacağını hissetmiştim. Bana sunulanlar fazla gelirken, yetmediğini hissetmeye başlayacağımı biliyordum.

Denedim...
Ama olmadı...
Ben mutsuz oldum. Hem de çok.
Fakat bu sefer göz yaşları da akmadı. En son yardımcım da beni yarıyolda bırakmıştı işte. Günlerce içimde bir sıkıntı, gözlerimde akmayan yaşlarla gezdim. Nefes alamadım...

Sonra anladım onsuz olmuyor. Hayatımın en büyük yalanı olmadan olmuyor. Ve yatağıma girdim, gözlerimi kapadım.
Onu düşündüm.

Bana yaklaştığını, sarıldığını, her şeyin iyi olacağını söylediğini. Ama bu sefer... Onu hissedemedim. Kafamı kaldırıp yüzüne baktım ama göremedim. Vücudunu bile göremedim. Sadece bir silüet. Zihnimdeki son kırıntıların büyük çabası sonucu oluşmuş bir silüet.

Ve işte o anda "Gitme!" diye haykırdım. Bir hıçkırık eşlik etti ona.

Gitme! Gitme!

Ve sonunda gözyaşları da haykırmaya başladı.

Gitme... Ne olur! Büyük hata yaptım. Yanıldım. Ne olur bırakma beni! Ne olur benden vazgeçme! Bırak herkes bana deli desin! Bırak bir hayale bağlı yaşayayım! Ama gitme! Sen gittiğinde ne hale düştüğümü görüyor musun? Görüyor musun?! Tek başına ayakta duramıyorum! Boğuluyorum!

Artık gözyaşları durmak bilmiyordu.

Gitme!

Ama sanırım artık çok geç.

Baba-Kız İlişkisi Nasıl Olmalı?

Ben: Baba amcamın cep telefonu numarasını versene. (Beni bilen bilir "versene"lerim gayet kibardır. Bir rica tonunda çıkar ağzımdan. Hiçbir "versene lan" ile alakası yoktur.)
Babam: Ne kadar kaba bir çocuksun! "Verir misin?" denir. Bu yaşta hâlâ öğrenemedin mi?
Ben: Öff...
Babam: Sonra insanlar ne biçim çocuk yetiştirmiş bu adam diyecekler. (Hep "insanlar diyecek" zaten. Ne dedikoducu bir çevresi varsa adamın, şu insanlar susmak bilmedi.)
Ben: Pek muhterem babacığım, zahmet olmazsa, değerli amcamın telefon numarasını lütfeder misiniz?
Babam: Çok ayıp!
Gidip daha önce istediği çayı koyup geldim. Bilgisayar başına oturdum.
Babam: Şeker koymadın mı?
Ben: Yanında değil mi?
Babam: Hayır.
...
Bir "ricada" bulunulmamasına rağmen şeker almak üzere kalktım.
Babam: Şu tepsiyi de götür.
Hafızası kötü olan ben tepsiyi götürdüm ama şekeri unuttum.
Babam: Eee şeker?
Gidip getirdim.
Ben: "Kızım, şekeri unuttun, getirir misin?" demen gerekiyordu.
Babam: BUNDAN SONRA SANA... blah blah blah blah

Sonuç: Öykü yine annesinin evinde alır soluğu. Ve yine ve yine sorgular ne diye gittim ki babama zaten diye.

27 Ekim 2009 Salı

Floor'u Sevmeyen Ölsün



Hele 2:10'u izledikten sonra tapmayan yaşamasın mümkünse.

Cleolinda Sen Çok Yaşa! :D

"Also, Edward is a douche. I mean, obviously he's breaking up with Bella for her own good and lying to her and blah blah emocakes. But now we have to listen to Bella angst for 3,293,487 pages. Don't you ever think about us, Edward? Our suffering?

Several Blank Pages Marked With the Names of Months: Well, at least Bella is thinking of our suffering." - Cleolinda Jones

25 Ekim 2009 Pazar

Niye Ben?!

Ne zaman bir TV antenine dokunsam çarpılırım.
Asla şaşmaz.

22 Ekim 2009 Perşembe

See Who I Am

Ecem tarafından mimlenmemle yeni bir blog yazıma başlıyorum. :D

* Şarkıcı / Grup: Within Temptation

* Cinsiyet: Ice Queen

* Kendinizi Tanımlayın: Bittersweet

* İnsanlar Hakkınızda Ne Düşünür?: Angels

* Siz Kendiniz Hakkında Ne Düşünürsünüz?: Caged

* Eski Kız/Erkek Arkadaşınız: Utopia

* Şimdiki Kız/Erkek Arkadaşınız: Are You The One?

* Nerede Olmak İsterdiniz?: World Of Make Believe

* Nasıl Yaşadığınızı Tanımlayın: In Perfect Harmony

* Nasıl Sevdiğinizi Tanımlayın: Deep Within

* Eğer Bir Dilek Hakkınız Olsa Ne Dilerdiniz: Dark Wings

* Birkaç Parça Söz Paylaşın: "No more tears..."

* Ve Hoşçakal Diyin: Our Farewell

Veee ben de Julia'yı, Aykut'u ve Damla'yı mimliyorum. Hadi şimdiden kolay gelsin. :D

20 Ekim 2009 Salı

İki Öykü

Aynı Aykut gibi... Ben de bölündüm. Tek bir karaktere sahip olamıyorum. Şu iki gündür bunun farkına vardım.
Bir yanımda çok çalıştığı ve çok daha iyisini hak ettiği halde 100 küsürüncü olduğu için arkadaşına üzülen, şefkatli, başkalarını düşünen Öykü... Diğer yanımda o arkadaşını hiç mi hiç umursamayan, hiç çalışmadan 650 kişi içinde 45. olduğu halde bunu beğenmeyen tembel, nankör, açgözlü Öykü...
Sakin, huzurlu bir hayat sürmenin onun için en büyük mutluluk olduğunu düşünen, gülücükler saçan Öykü; huzurlu ve monoton hayata karşı çıkan, hırçın, doyumsuz, şımarık Öykü tarafından bastırılmaya çalışıyor.
Aşka aşık, sonuna dek inanan bir yanım; pek çok aşkın bitişine şahit olmuş, aşka inanmayan, eğer varsa da ondan nefret eden yanımla ne kazanacak ne de kaybedecek göründüğü bir savaşa girmiş durumda.
Aslında içimde üç Öykü çatışıyordu. Ama sonunda ikisinin uzlaşıp birleşmesini sağlayabildim. Fakat kalan ikisi beynimi yoruyor. Kendi kafamda çatışıp duruyorum.
Daha da kötüsü bu ikisi de benim. Ne biri ne de öteki sahte. İkisi de tamamen söylediklerinin arkasında.
Zamanla uzlaşacak sanırım onlar da...
Öyle umuyorum.

19 Ekim 2009 Pazartesi

Gülşen'in değişmesi hiç sorun değil ama...

Bugün Doludizgin Yıllar yeni sezona merhaba dedi. Bugünü uzun zamandır bekliyordum doğrusu. Gerçekten uğrunda vakit harcadığıma en çok değen dizilerden biri olarak düşünüyorum çünkü onu. Daha önce de bahsetmiştim zaten. Gülşen karakterini Selen Seyven yerine yeni birinin oynayacağını öğrenince önce şaşırmış ama sonra umursamamıştım. Dizi aynı tempoyla, aynı çizgide ve en önemlisi aynı ruhta devam ettiği sürece Gülşen'i oynayan kişinin değişmesi çok da önemli değildi.
Bugün koştur koştur eve gelip açtım diziyi. Tabii benim rezil dershane sınavım nedeniyle başını kaçırmıştım. Artık başını kaçırdığımdan mıdır nedir... Hiç mutlu olmadım ilk izlerken.
Çok zorlama geldi bana sahneler. Müzikler bile tamamen dizinin bildik müzikleri ama emanet duruyorlardı. Kendimi bir türlü diziye bağlayamadım. İçine giremedim dizinin. Adil Baba'nın çiftliğindeki atları ve yeşillikleri hissedemedim. Bir tek Bekir kalmış sanki aynı. Bir tek yine o gülümsetti beni. Ama o bile zorlama gibiydi sanki. Çünkü kahkaha atmadım eskisi gibi... Sadece gülümsedim. Ve sonra tam ısınmaya başlarken... Bölüm bitti! "Ne?!" diye kalakaldım ekranın başında.
Bu bölümün bu kopukluğunu yeni sezonun ilk bölümü olmasına, oyuncu değişikliği nedeniyle olan aksiliklere bağlıyorum. Doludizgin Yıllar'ın ruhunu kaybettiğine inanmıyorum, inanmak istemiyorum. Hayatıma renk katan, beni mutlu eden, hayal gücümü zenginleştiren ufak şeyleri kaybetmeyi hiçbir zaman kolay kolay kabul edemem zaten.
Yine de hep bir değişik bir dizi olacak Doludizgin Yıllar, o ayrı. Çeşitli aşk kombinasyonlarının olmadığı tek dizi diyebiliriz.
Bu kadar şey söyledim ama...
Ama üzülme, yine süzülme, çünkü sen bir tanesin.

8 Ekim 2009 Perşembe

Müziği duydular ve onu takip ettiler...

Telefonumda hep bulundurduğum bir film var. Sıkıldıkça açıp ondan sahneler izlerim. :D Filmi ilk izlediğimde filmin muhteşem olacağını anladığım sahneyi buraya da koyayım dedim. YouTube'da arıyordum da. :D Neyse işte, buyrun. Sonuna dek izleyin he. :D

6 Ekim 2009 Salı

Fly... Fly... Away...

Gitmek istiyorum. Uzaklaşmak. Çevremdeki herkesten, her şeyden. Gürültüden, asık yüzlerden tamamen uzaklaşmak istiyorum.
Annemin bitmek bilmek tükenmez bağrışlarından ve bezmişliğinden...
Kardeşimin yerli yersiz öfkesinden...
Anneannemin devamlı söylenmelerinden...
Babamın laf sokuşlarından...
Sınav stresine şimdiden girip delirme seviyesine gelmiş olanlardan...
Kaçıp gitmek istiyorum.
İnsanlardan uzak arazilere, ormanlara. Veya kapalı karanlık bir odaya. Ama uzağa, çok uzağa.
Kimseyi istemiyorum yanımda. Belki bir kişi hariç. Onun pozitif enerjisi en çok ihtiyacım olan şey aslında...
Çok mutluydum ben aslında ama işte yine... Göz yaşları durmuyor durduğu yerde. Bıktım ağlamaktan. Ağlamak zorunda bırakılmaktan. Kendime ait bir saniyemin bile olmamasından.
Çok yoruldum ben. Çok.

5 Ekim 2009 Pazartesi

Minik Öykü'nün (Artık) Gizli (Olmayan) Günlüğü

Sıkıldıkça küçükken tuttuğum günlüğü çıkarır, okuyup gülerim. :D Benim bu sanatsal yazılarımın bazılarını sizle de paylaşmak istiyorum. :D

01.03.2000
Sevgili Günlük,
Bugün okulda haftanın öğrencisi seçilecektim. 2 oyu Keremcan kaptı, 5 yaptı, haftanın öğrencisi oldu. Şimdi çok üzgünüm. Çantalar da kazık kadar. 1. sınıflar çantalarını bırakıyorlar. Küçük çantalara ödev olan kitapları koyuyorlar eve gidiyorlar. Biz ise ödev olmayan kitapları bile kocaman çantalarla taşıyoruz. Sinirden bugün ne yaşadığımı unuttum. Arcan tembel iken, pasaklı oldu. Her yere daksil döktü. Sevdiğim çocuk Kaya'yı dövdü. Begüm de Kaya'ya aşık. Başka bir gün sana çok yazacağım. İyi geceler.

Şimdiki Öykü'den Not: Sıradaki günüme yorum yapamıyorum. Kesinlikle gülmekten karnıma ağrılar girmesine neden olan bir yazı. :D

06.03.2000
Sevgili Günlük,
Bugün sünger baskısı yaptık. Eray yaramazlık yaptığı için okul tiyatrosundan çıktı. Evde 2 dakikada ödev bitti. Çarkıfelek'i izledim. Şimdi de sana günümün nasıl geçtiğini anlatıyorum. Cuma gününe kadar en önde oturacağım sırada.
Öfffffff! Ne yazacağımı bilemiyorum. Okulda günlüğüme yazacak çok şey var.

(
Şimdiki Öykü'den Not: İşte o epik paragraf geliyor.)

Hey bir dakika! Kaya bana şeker verdi. Yoksa beni seviyor mu? Yani bana aşık mı? Daha kimseye şeker vermedi. Oysa çok şekeri vardı.
İyi geceler.

13.03.2000
Sevgili Günlük,
Bu sabah yatağın düz tarafından kalktık. Onun için mutlu kalktık. Teletabiler'i izledim. Pofuduk Ayı, Pokemon ve Bücür Cadı'yı da izledim. Çarşıya çıktık, eksik bayramlıklarımı tamamladım. Annem saçını kestirdi. Halama mektup yollamıştım. Cevabı geldi. Şimdi buraya koyuyorum. Onu koru tamam mı?
İyi geceleeeeer!

20.03.2000
Sevgili Günlük,
Uzun süreden beri seni ihmal ettiğim için üzgünüm. Geçen gün Kaya, Begüm ve bana yanlışlıkla sarıldı. (Şimdiki Öykü'den Not:
Kaya da ne çapkınmış be!) Bugün Merve ve bana "Prenses" dedi. (Şimdiki Öykü'den Not: Hepsinde ortak ben varım. :P) Geçen gün Ezgi Ablamlar'a gittim. Çok eğlendik. Seni çok özledim Günlük. Sen benim tek dostumsun. Umarım bir daha seni ihmal etmem. Hırkam bitti. Yazın yeni eve taşınacağız. Yeni bilgisayar alacağım. Tomb Raider diye bir oyun var. Sırları yani hilelerini öğrendim. Babam gelince deneyeceğiz. Öğretmenin verdiği özet ödevimi öğretmen herkese gösterdi çok beğendi. Diğerleri çok çirkin dedi. (Şimdiki Öykü'den Not: Evet, çok sevimli arkadaşlarım varmış, değil mi?) Kapak yapıp dosyaya koydum. Kapaktaki resmi babam yaptı. Babam kız resmi yapma uzmanıdır. Kız Ressamı!
İyi geceler!

30.03.2000
Sevgili Günlük,
Kaya da bana aşık ama açıklamıyor.
İyi geceler!!

Şimdiki Öykü'den Not: Amma da Kaya hakkında yazmışım. Ama diğerlerinde pek aksiyon yok. Bunlar çok komik. :D Neyse bir de en son yazdığımı yazayım. :D Çok sıradan bir şey ama olsun. Ben sevdim.

19.04.2000
Ağaç dikmeye "Sezer" otobüsüyle gittik. Araba çok sıcaktı. Ağaç dikmede bir fidan diktim. Üzerine Merve'nin ve benim ismim yapıştırıldı. Diğer ağaç fidanlarının da öyle. Gizem ve Begüm'ün fidanı çok büyüktü. Çünkü onların fidanını Gizem'in annesi aldı. Öğlede sınıfımız yemek aldıktan sonra toplandı. Kaya yoktu. Öğretmenin yanından kimse ayrılmadı. Toplandıktan sonra bilmeceler sorduk. Yemek bittikten sonra resim çekildik. Etraftaki çöpleri torbaya koyduk. Torbayı çöp kutusuna attık. (Şimdiki Öykü'den Not: O zaman bile çevre ile ilgili konulara çok önem veriyormuşum. Çöpler hakkında iki cümle kurmuşum. :D) Otobüste motor patladığı için Belediye otobüsünde sıkıştık. 3/A, 2/B, 3/B vardı. Bizden de üç sınıf gelince tıklım tıklım tıkıldık. (Şimdiki Öykü'den Not: Yorum yok.) Sonunda okula ulaştık. Bir dahaki sene olacak ağaç dikme gününü sabırsızlıkla bekliyorum.
İyi geceler!


Eveeeet, işte bu kadar. :D İşin ilginç yanı bu olayların mekanlarını ve o anları birebir hatırlıyorum. Yazınca gerçekten kalıcı oluyorlarmış. :D

İstediğiniz kadar alay edebilirsiniz, serbest. :D

4 Ekim 2009 Pazar

Mr. Full Moon


http://gorjuss.deviantart.com/art/Mr-Moon-42553625

Bu gece Dolunay'ı misafir edeceğim yine odamda... Uzun zaman oldu görüşmeyeli. Aslında o geldi de, ben yoktum. Ama bu gece beraberiz yine. Bana hikâyeler anlatacak. O yukardaki tahtından izlediği insanları anlatacak bana, onların hayatlarını... Ama en çok anlatacağı ise... O da Dolunay ile benim küçük sırrımız olsun.