29 Mayıs 2010 Cumartesi

Dershane

Dershanedeyim şimdi. Sıkıcı. Daha gerçekçi kabuslar görüyorum artık. Sabah uyandığımda gözlerim kanlanmıştı. Acaba uykuda ağladım mı?
Prince of Persia'ya gitmeyi düşünüyorum bugün. Umarım sorun çıkmaz.
Telefondan blog yazınca alakasız oluyor cümleler. Ben derse gireyim.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

LOST

*Bu yazı LOST'un final bölümüyle ilgili spoiler içermektedir! Dikkat!*

Not: Yazıda LOST'tan nefret eden bir insan portresi çizmişim ama alakası yok. Finali gayet mutlu mesut ve heyecanla izledim. LOST da güzel diziydi cidden. Gerçi 4,5 ve 6. sezonu pek izlememiş olsam da... Güzeldi yani.

Ömrümde hiçbir dizinin finalinde hem bu kadar hüzünlenip hem de bu kadar gülme krizine girmemiştim herhalde. Hüzünlenmemin nedeni finaldeki duygusal sahnelerin gerçekten güzel verilmesiydi.

Gülme krizine girme nedenim ise şu;

Bir film var The Passengers diye, bilmem biliyor musunuz? LOST hayranı izleyiciler film biraz onu andırdığı için filmi izlemiş, daha sonra da finalini yerden yere vurmuştu.

LOST'un tırnağı bile olamaz, bize aynı şeyleri ısıtıp ısıtıp veriyolar, eskidi bunlar artık vb. yorumlar filmin sonuna yapılan en hafif yorumlardan.

Ve olay şu ki, LOST finali=The Passengers finali!

Demek ki The Passengers, LOST'un tırnağı olamamış ama LOST'tan önce onun finalini yapabilmiş bir film!

Ah hayır pardon biz bunu 6. His'te görmüştük. Ve The Others'ta... Aaa LOST'ta da The Others vardı. Neyse...

Düzenleme: He ben muradıma erdim mi, erdim! İlk bölümden beri Jack ve Kate olsun diyordum, Kate Sawyer'la yatınca isyan etmiştim falan. Jack ve Kate oldu. Ben zaten onun için izliyordum diziyi, ben sondan memnunum. xD

Düzenleme 2: Yine de kafama takılan bir şey var. Finalden önce ilk bölümü izlediğimden ötürü... İlk bölümde uçak düştüğünde Jack'in uyandığı mekanda ağaca asılı beyaz bir ayakkabı vardı. Köpek geliyordu falan. Finalin son sahnesinde de yine aynı mekan, aynı ayakkabı, aynı köpek... Ama bu sefer Jack ölüyor. Hani ölmese, kalkıp sahile gitse anlayacağım. Madem yaşanan her şey gerçekten yaşandı, Jack nasıl öldü? Bazıları o sahne 3,5 yıl sonra diyor ama ayakkabı, köpek diyorum. İlk bölümü tekrar izlerken Jack'in uyandığı anın uçağın düştüğü an değil de, tüm yaptıklarından sonra uyandığı yer olduğunu tahmin etmiştim de, niye öldü ki? Amaaaaan... Çözen çıkar elbet.

Ben oyun teorisini yazan adama acıyorum. Sonunda WON yazmasını bekledim ama olmadı.

21 Mayıs 2010 Cuma

Remember The Name

Haha bu videoyu izlerken çok eğlendim. :D
Boys Over Flowers dramasından... :D Beş bölüm izledim şimdiye kadar. Hana Yori Dango'dan çok farkı yok ama yine de hiç sıkılmadan izliyorum. :D

20 Mayıs 2010 Perşembe

Hayata Geri Dönme Zamanı

Benim için bir çeşit terapi olan üç günlük ev hapsim bugün son buluyor. Terapiden daha çok beni terapiye ihtiyaç duyar hale getirmesinin dışında oldukça verimli bir üç gündü.
Uzun zamandır yapamadıklarımı yaptım.
Düşündüm.
Ağladım.
Biraz daha düşündüm.
Biraz daha ağladım.
Hayatımda neyin eksik olduğunu sorguladım. Neden mutlu olamadığımı.
Nedeni buldum, çözümü bulamadım.
Bazı şeylerin değerini daha iyi anladım.
Bol bol uyudum.
Artık soracak yeni sorularım, arayacak yeni cevaplarım var.
Kendimi böyle yenilemeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki artık yaşıyormuşum gibi hissetmiyordum.
Garip bir huzur var içimde.
İnsanın kendine dönmesinin huzuru. Kendini görmesinin. Kendini dinlemesinin. Tüm o koşuşturmacada arkada bıraktığı kişiliğini yakalamasının.
Yeniden bütün hissediyorum.
Kaçtığım kötü duygular ve hayaller yeniden döndü ama mutsuz değilim. Çünkü bu benim. Kaçmak yerine savaşacağım.
Sorularıma cevap aramaktan asla vazgeçmeyeceğim.
Ve sahip olduklarım için şükredeceğim.
Şimdi Damla ve Tuğçe ile buluşup kafa dağıtmanın zamanı! :D

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Yeni Tema Geldi!

Yeni temayı nihayet seçtim. :D Yorum kısmı yok, widget falan da ekleyemiyorum ama yine de çok hoşuma gitti ve şimdilik bu temayı kullanacağım. :D Mutluyum.

(Bilgisayarım çok takıldığından ötürü şimdilik soldaki menüye dokunmadım. Saçma sapan yazılar için özür dilerim. :D)

One Litre Of Tears

Dizinin adı gibi bir litre göz yaşı dökmek için izlemeye başladım bu diziyi.
Bir gecede bitirdim. Zaten sadece on bir bölümden oluşuyor.
Çok ağlamadım. Onun yerine bir sıkıntı oturdu içime.
Kız ve oğlanın seri boyunca bir kez sarılmamış olması da bu sıkıntının nedenlerinden biri ama asıl neden değil. Dizi bittiğinde bu olaya çok uyuz olmuştum ama zamanla o uyuzluk gitti, geriye o duygusal ve kasvetli hava kaldı.
Belki çok klişe olacak ve inandırıcı gelmeyecek ama, insan hayatın değerini anlıyor bu diziyi izlediğinde.
Hayata farklı bir gözle bakıyorsunuz. Hayatınızı tamamen değiştirir demiyorum ama bir süre de olsa sizi düşünmeye itecektir.
Boş vaktiniz olduğunda izleyin One Litre Of Tears'ı.

Videoda spoiler sayılabilecek şeyler olabilir. Önceden haber vereyim.

15 Mayıs 2010 Cumartesi

...

Blog temamı değiştirmek istedim demin.
Şöyle ruh halime uygun bir şeyler olsun, dedim.
Ama ruh halimin ne olduğunu bilmiyorum.
Artık ne düşündüğümü, ne hissettiğimi bilmiyorum...
Hissetmeye vaktim yoktu uzun zamandır. Şimdi kendimi dinleyince hiçbir şey duyamıyorum.
Boşluk.
İlk defa geliyor bu başıma.
Hiçbir şey olmasa bir sıkıntı veya bir hayal kırıntısı olurdu zihnimde. Canlandırabileceğim küçük bir tomurcuk.
Ama hiçbiri yok.
Belki de temamı hepten kaldırıp arkaplanı düz bir renk yapmalıyım.
Ama boşluğun rengi nedir ki?

14 Mayıs 2010 Cuma

Ve Lise Biter...


Dört yıl önce, lisedeki ilk günlerimden birinde eski blogumda ilk izlenimlerimi yazmıştım.

Ben bir Lise 1 öğrencisi olarak "lise" hakkındaki izlenimlerimi anlatmak istiyorum.
Öncelikle; eğer sekizinci sınıftaysanız ve OKS'ye hazırlanmaktan bunalıyorsanız, lisede rahatlayacağınızı düşünüyorsanız HİÇ düşünmeyin.
Bu yıl OKS'ye çalışmadığım kadar çalışıyorum. Yazılılara çalışmak kesinlikle ölüm. Hele bir de hiç bir şey anlayamadığımız öğretmenler var ki sormayın!
Ailem bir yandan dersler bir yandan neredeyse kafayı yeme aşamasına geldim. Bakırköy'de yerimi ayırtın bir zahmet.

Derslerin sıkıcılığı, hocaların uyuzluğu bir yana; bir de lisede yok onunla çıkayım, yok bununla çıkayım olayı var. Hemen hemen herkesin çıktığı birileri var. Üstelik bu kişilerin hepsinin birbirini tanıyarak çıkmaya başladığını da sanmıyorum. İnsanlar "açıkta kalmamak" için birileriyle çıkıyor.
İnsanlar dış görünüşlerine göre yargılanıyor.
Kısaca lisede çok "yüzeysel" bir bakış açısı var.

Ama yalnız değilim aslında. Okula başladığımda tek çatlak ben mi olacağım, diye az düşünmedim. Kura ile sınıfımızı belirledik. (Dört yıllık arkadaşımla aynı sınıfa düştük.) İlk haftanın sonunda herkes anladı ki, kura ile değil özellikle belirlenmiş sınıf. Çünkü HERKES birbirinden çatlak. Hiç yabancılık çekmedim yani. Gerçi sınıfta bir kaç tatsız karakter yok değil. Ama yine de hiç biri kötü değil. Hepsiyle sınıf arkadaşlığım güzel.

Neticede lise hayatı böyle değişik. Nedense nefret edemiyorum ama... Ama bir şeyler eksik. Ne olduğunu bilmiyorum... İlerde öğreneceğim sanırım...


Şimdi ise son günlerim.
Bu okulu ilk kazandığımda hüngür hüngür ağlamıştım. Gözyaşlarım boşunaymış.
Hayatımın en güzel dört yılını burada geçirdim. Çok kötü anılarım da oldu. Okula gitmemek için hasta taklidi yaptığım, hocalarla kavga ettiğim oldu. Yine de hiçbir şeyi bu dört seneye değişmem.
Bir şeyler eksik demişim eski yazımda... Hiçbir şey eksik değil artık. Sınıf arkadaşlarımla her şey bir bütün. Tatsız karakterler mi? Hiç kimse tatsız değil... Dört senede o kadar şey paylaştık ki, kardeş gibi olduk. Belki biraz klişe gelecek ama öyle. Diğer sınıflar öyle değil mesela, herkes kendi grubuyla geziyor.
Ama benim sınıfım her sabah ilk teneffüste otuz kişi kantine inip kahvaltı yapan bir sınıf.
Birinin doğum günü olduğunda asla söylenmeden, büyük bir istekle doğum günü için para katan bir sınıf.
Birinin başına bir şey geldiğinde hep birlikte üzülen, birisi sevinince hep birlikte sevinen bir sınıf.
Ya da öyleydi...
Artık yok.

Yarın ben de okuluma son defa okul kıyafetiyle gideceğim. Yazacak milyonlarca şeyim var aslında ama bir önemi yok onların. Çünkü her şey bitti gitti artık zaten. Her gün boş sıraları gördükçe ağlıyorum. Erken gidenler çok şanslı... Sınıfın o buruk haliyle yüzleşmek zorunda değiller.
Teneffüslerde video izleteceğim bir Damla yok artık yanımda.
Sürekli arkasına dönüp beni izlediği için kızabileceğim bir Iraz da yok.
Derslerde sürekli sırtımı sıvazlayıp "Naber birader?" diyen Rıdvan da yok.
Ne Samet bateri çalıyor kafamda, ne Minik gelip "Öykü, Hello Baby'nin onuncu bölümü çok komik," diyor.
Tugay'ın kimsenin ses çıkarmadığı sınıfta uğultu etkisi yaratan fısıltısını bile özlüyorum.
Ve daha iki hafta oldu sınıftakiler rapor almaya başlayalı.

Küçüklüğüm geliyor aklıma.
Babam, annem ve ben bir yere gidiyoruz. Nereye bilmiyorum. Daha dört, beş yaşlarında falanım. Annem ve ben arabanın arka koltuğundayız. Camdan dışarı bakıyorum. Onlarca kuş havalanıyor birden.
"Anne, bak ne kadar kuş var!" diyorum.
Annem gülümsüyor.
"Okula başladığında senin de o kuşlar kadar çok arkadaşın olacak," diyor.
Çok mutlu oluyorum. Çünkü o güne kadar hiç arkadaşım olmamıştı. Hep evde, tek başına hayalleriyle oynayan bir kızdım. Kimse sevmezdi beni nedense. Hayali köpeğim Bobby garip gelmiş olabilir onlara... Bilmiyorum.
Sonra okul başladı. Kuşlar aklımdan hiç çıkmadı...
Ancak bir, iki, üç diye seneler geçerken, arkadaşlarım bir elin parmaklarını geçmek bilmedi.
Artık hayallerim kalmamıştı kuşlarla ilgili.
Ama lisede hepsi değişti.
Küçük kızın hayali gerçek olmuştu. Bir sürü arkadaşı vardı şimdi. Bir sürü kuş...
Gerçekleşen hayaller unutulmaz.
Sizi unutmayacağım 12/A.



İdareden çalınan çiçek. Şu anki hali dört-beş yapraktan ibaret. Epey iyi bakmışız...




Bu da uzun saçlarımın anısına...

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Yaşıyorum... :D

Eshevar "Bloguna küstün mü?" sorusunu bana yöneltinceye kadar blogumla ne kadar uzun süredir ilgilenmediğimin farkında değildim. (Teşekkürler. :D)
Merak eden varsa, yaşıyorum! xD
Ama dershane-okul-özel ders üçlüsü nedeniyle yaşamımın pek renkli geçtiği söylenemez. Ama şikayetçi değilim pek. Eğleniyorum aslında. Tek sorun eve gelince yemek dahi yemeden kendimi yatağa fırlatıp sabaha kadar uyumam.
Bu sırada yazmayı bırakmadım. Yazma ihtiyacım için küçük kara kaplı bir defter edindim ve ne zaman yazmak istesem onu yazıyorum.
Yazın belki onları buraya geçiririm. :D
Söz veriyorum geri döneceğim... :P
Bu arada, üniversite sınavlarında bana şans dileyin!