29 Nisan 2009 Çarşamba

Gezi!

Gezi sırasında sürekli bloga yazacaklarımı tasarlayıp durdum. Ve şimdi öyle bir üşengeçlik var ki üstümde, tek kelime anlatasım yok! :D Daha da anlatacağımı sanmıyorum işin kötü yanı... Ama bir anım var ki paylaşmadan edemeyeceğim! (Aklıma geldikçe yine anlatırım. :D)

Şehir: Tekirdağ
Mekan: Ali Usta'nın Köftecisi (gibi bir şey)

Zeynep, ayranları bırakan garsona "Pipet alabilir miyim?" diye sorar. Garsonun yanıtı herkesi dumura uğratır ama bu daha başlangıçtır: "Böyle içseniz olmuyor mu?" Yine de getirmeye gider ve cam bardaklarla döner!
Zeynep "Pipet, pipet!" der. Garsonun cevap yine herkesi dumura uğratır: "Plastik olan mı?"
"Iıı evet?"der Zeynep. Garson gittikten sonra cam pipet muhabbeti döner masamızda. Derken garson gelir... Elinde plastik bardaklarla! Biz şoktan ve gülmekten adama bir şey söyleyemeyiz. Sonunda başka bir garsonu gözüne kestiren Zeynep çaresiz bir şekilde "Pipet alabilir miyim, lütfen?" der. Ve çok ilginç ama garson pipetle döner!

Artık öbür garsonun kafası nerdeyse pipeti bardak olarak anlamakta ısrar etti. :D Çok güldük o gün. :D


Başka bir tane daha. Sadece kısa bir şok anı;
Şehir: Çanakkale
Mekan: Otel Odası

Ben ve Tuğçe "Eti Çikolata Keyfi Sticks" yerken odaya Bertan dalar. Oda arkadaşlarımız Zeynep ve Zeynep isimli iki kızdır. Zeynepler'den biriyle konuşmaya gelmiş olan Bertan stickslerden birini eline alır ve "Puro mu bu?" der. Ben ise "Pro" anladığımdan ötürü "Hö?" bakışları atmaktayım. Bertan incelerken Tuğçe kendininkinden bir tane ısırınca Bertan'ın jeton düşer.
Bertan çıkarken Tuğçe'ye söylediği söz ise;
"Tuğçe seni sınıfın en taş kızı seçtik." olur.
Tuğçe ile çok merak ettik erkekler odalarında neler tartışıyor diye!

Bu konuyla ilgili bir dipnot da şu;
Bugün Tuğçe'nin sınıfında bir grup toplanmış "Şu şöyle olsun diyenleeer," diye bağırıp ellerini kaldırıyorlarmış. Bertan da "Tuğçe'nin vücudu hep böyle kalsın diyenleeer!" diye bağırmış. Öküz ya...

Bir de Kuşadası'nda Tuğçe ile konuşurken uyuyakalmam var. O da apayrı bir olay! Odayı basan 4-5 kız yüzünden uyandığımda neden uyuduğumu hatırlayamadım! Meğer Tuğçe'ye bir şey anlatırken tam ortasında uyuyakalmışım. Ne anlattığımı hatırladığımda yine uyuyakalmam da cabası... :D

Anlatmaya başlayınca duramıyorum. Çanakkale'de bir rehber vardı, muhteşemdi! Öyle güzel konuşuyordu ki bir ara uyudum ses tonu yüzünden. :D Ama uyutucu değil sesi, sadece çok güzel. :D Ben de yorgundum uyuyakaldım otobüste. :D Rehber konusunda da komik bir diyalog şu;
Ben: Yüzük sağ elde mi olunca yoksa sol elde mi olunca nişanlı olunuyor?
Tuğçe: Sağ elde olunca.
Ben: Okan Abi nişanlı o zaman!
Tuğçe: NEEEEEEE?! (Diğer kızlara döner.) Okan Abi nişanlıymış!!!
Kızlar: NEEEEEE?!?!
Tüm kızlar çöküşe geçer... :D

Çanakkale'de bir de turistimiz vardı bizim. Tuğçe yanlışlıkla çarptı ona, Tuğçe'ye dönüp "Sorry" dedi ve Tuğçe eridi. :D Arman ve Tuğçe onun resmini çekmeye gittiler, biz de Yaman'la peşlerinden... Ama bulamadık onları.
Yaman: Oğlan nerdeyse ordadırlar.
Oğlanın yanına bir gittik ki Arman dibinde fotoğrafını çekiyor! Çocuk dönse görecek! Ama görmeden çekmeyi başardı. Çok komikti. :D

Ve bir de Pamukkale'de Yaman, Tuğçe ve benim arkadaş olduğumuz kadın var. Simsiyah olması ve saç modeli nedeniyle ilgimizi çekti. Tuğçe nereli olduğunu merak etti. Yaman da konuşmayı teklif etti. Kadın bir köşeye oturmuştu. Ona yakın bir yere oturduk ama hâlâ aramızda mesafe vardı.
Yaman: İlk seferde bu kadar yaklaşabildik...
Sonra kadın kalkınca bize de cesaret geldi ve konuştuk onunla. İngiltere'de yaşıyormuş ama aslen Jamaikalı'ymış. Küçükken ailesiyle Londra'ya taşınmış. Bir arkadaşıyla gelmiş ve çok beğenmiş. Arkadaşını da gördük. :D Yoga hocası mı neymiş arkadaşı bir taraflarımızdan anlamadıysak. :D Pamukkale'den sonra Dalyan, sonra da Dalaman'a gidecekmiş. Daha sonra da Londra'ya dönecekmiş. Kadınla vedalaştıktan sonra "Adı neydi?" diye sordum ve üçümüz de kaldık öyle. Oysa ilk adını söylemişti ve zor bir adı da yoktu. Hatta arkadaşının da adını söylemişti ama hatırlayamadık. Her şeyi hatırladık ama adını... I-ıh. İlk konuşmanın heyecanıyla unuttuk adını, dikkat edemedik. :D Tuğçe konuşmadan önce korkuyordu zaten. Bana canayakın gözükmüştü oysa. Cidden de öyle çıktı. :D
Giderken bir daha gördük onu ve el salladık. :D Sonra fotoğraflara baktığımızda bir resimde onun da olduğunu fark ettik, çok mutlu olduk. Etrafı çektiğim bir resimde karambolde çıkmış. :D



Bir sürü Japon da vardı. Ama isim sormayı bile bilmezken nasıl konuşabilirdim ki? Oysa çok istedim konuşmayı. "Adımı söyleyip, sonra 99'a kadar saysam?" dedim Tuğçe ve Yaman'a. "Olur," dediler o da ayrı mesele. :D
Yine Pamukkale'de antik havuzdan çıktıktan sonra üçümüz konuşarak bizim grubu takip ediyorduk. Ama bizim grupta bir gariplik vardı! Konuşmaktan farkında değildik. Sonunda ben "Turistleri takip ediyoruz!" diye bağırdığımda Tuğçe ve Yaman da fark etti. "Ben de neden bizimkiler yarı çıplak geziyor diye düşünüyordum," dedi Yaman. Üçümüz de gülme krizine girdik. :D

İstanbul'da boğaz turu da muhteşemdi! Yaman, Arman, Tuğçe ve ben muhabbet ederken İstanbul'daki rehberin (Burak mıydı neydi adı, acayip atıyor da olabilirim) Kız Kulesi'nin hikâyesini anlattığını duyduk ama Kız Kulesi'ni göremedik! Kaçırdık diye epey yandık. Ama geri dönüşte gördük. Zaten her tarafında iş makinaları vardı. Restore mi ediyorlardı ne artık. Yaman Amerika maceralarını anlattı. Çok komikti. :D

Hee Efes'te Japon çocuklar vardı! Çok sevimlilerdi! Tuğçe'ye "Japon çocuk istiyorum." dediğimde Neşe Hoca ve Murat Hoca duydular ve Murat Hoca bir öğrencilerinden bahsetti. Şu anda Japon bir bayanla evliymiş ve çocukları da tamamen annesine çekmiş. "Söyleyeyim de sana Japon koca bulsun," dedi. :D Hadi hayırlısı. :P

Hee bir de Boğaziçi Üniversitesi var! Allah'ım nasıl muhteşem bir üniversitedir o! Hem de her şey cuk oturdu! Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği'nde donanımdan çok yazılıma ağırlık veriliyormuş, üç boyutlu modelleme öğretiliyormuş! Üstelik Tokyo Institute of Technology ile de anlaşmalıymış! Bir üniversite bir insana bu kadar uygun olabilir! Puan hariç tabii... Eh artık çalışmaya başlamam lazım. Hedef biraz büyük.

Heee İzmir'i anlatayım. Muhteşem şehir! Forum Bornova'yı gezdik. Bayıldım! Çok güzelmiş. Merak ediyordum zaten. :D Tuğçe hemen bir tişört aldı kendine. :D Öğleden sonra Konak Meydanı'nda bir saatlik boş vaktimiz vardı. :D Ve Gülfer geldiii! Gülfer, Tuğçe ve ben kısıtlı zamanımızda gezdik tozduk. :D Konak Pier'den iki tane manga aldım. Bir Minik'e bir bana! :D Çok güzeller. Kemeraltı'nda geçirdiğimiz zaman ise komik ötesiydi! Laf yemenin komik geldiği tek yer orası herhalde. Burnumuza kot pantolon tutup, "Kot ister misin?" diyen kotçular mı dersiniz, taklitlerimizi yapan mı dersiniz hepsi vardı. Birisi güneş gözlüğü takıp Tuğçe'nin üstüne üstüne yürüdü. Çok komikti. Orada bir dondurmacı geyiği de var. Tuğçe adama üç kere fiyatı sordu adam takmadı. :D Sonunda Tuğçe isyankar bir sesle sordu da adam sonunda duydu. :D

Kuşadası'nda bir de disko maceramız var ki sormayın. Herkes "kop kop" modunda dans ederken Yaman, Tuğçe ve ben bütün masalardaki patlamış mısırları bitirdik. Bir yandan da karışık meyve suyumuzu yudumladık. :D Duman makinesinin tam üstündeki masaya oturmuş olmamız da muhteşem oldu hani! Beş dakikada bir altımızdan duman fışkırıyordu ve birbirimizin yüzünü göremiyorduk. Gülme krizine girip duruyorduk. :D

İstanbul'da Yerebatan Sarnıcı'nda Arman eğer burda kafamıza su damlamazsa dileğimizin gerçekleşeceğini iddia etti. Tuğçe'nin kafasına girer girmez su damlamıştı... Ben ise son anda yedim bir damla. Asıl ondan önce bir tane düşüyordu, gözümün önünden geçtiği anda bir adım geri gittim ve üstüme düşmedi! Sonraki da önümüzdekiler durduğu için düştü zaten. Yaman "Sen o damladan kaçtın ya, diğerleri damlasa bir şey olmaz. Şansın döndü senin." dedi. :D Böyle bir sütun vardı, parmağımızı ondaki deliğe sokup elimizi böyle 360 derece çevirip dilek falan diledik. Kız öyle dedi bize. Kandırmış olma ihtimali yüksek ama zevkliydi. :D Suya para atıp da dilek diledik. Herkes 1 lira attı, bense 25 kuruş bulabildim bozuk. :D Çeyrek gerçekleşecek dileğim... :P Zaten dilekten yana hiç şansım olmadı. Meryem Ana'nın Evi'nde mumum ne yaptıysam yanmadı. Tuğçe yaktı mumumu benim. :D Sonra gittik ordaki sudan içtik. Kutsal olduğunu söylüyorlardı. Bir de dilek yazıp duvara bağlıyorduk. Benimki tek kelimeydi ama çok şey anlatıyordu. :D Niyet önemli zaten, yazıyı boş verin. :P Dilek dilenecek her yerde dilek diledik kısacası. :D (İki Zeynep'in arasında bile diledik.)

İstanbul'da Haşmet Abi - Aaa ondan bahsetmedim! Asıl ondan başlamalıydım. Haşmet Abi bizim turun lideri gibi bir şeydi. Yol boyunca bizleydi. Daha yolculuğa başlarken "Ailelerinize el sallayın, üzgün gözükün, acıtasyon yapın." tarzında şeyler söyleyerek dikkatimizi çekmişti. :D Birisi yanlışlıkla ona "Haşim" diyince -Haşim değil salak, Haşmet! diye birisinden uyarı yemişti o kişi- adı Haşim'e terfi etti. O aramızdan giderken ön taraf "Haşmet!" diye tezahurat yaparken arka taraf "Haşim!" diye haykırıyordu.

Konuya dönersek İstanbul'da Haşmet Abi çantalarımıza dikkat etmemizi söyledi. Önümüzde Zeynepler'den biri çantasını tam kaçırılacak şekilde tutuyordu. Ben tam bunu dile getirmişken arkadan iki kişi gelip kızın çantasını kaptılar! Tuğçe ile ödümüz inanılmaz koptu. Çünkü ben cümleyi söyler söylemez oldu bu olay. Sonra bizimkilerden olduğu anlaşıldı o iki kişinin. Diğer Zeynep farkında olmadan ilerlerken Onur gelip fısıldadı "Şu koşan da kim?" diyin biriniz diye. İlk Zeynep bağırdı, o sırada Onur diğer Zeynep'in çantasını kaptı. Ama Zeynep beklenmedik bir şekilde çantasıyla Onur'un kafasına vurdu! Onur olduğunu sonra anladı! :D

Maket Köy! Muh-te-şem bir yerdi! Hayran oldum! Anlatılmaz bir yer! :D Orada insan boyunda ve hareket eden mum heykellere hayran olmamak elde değildi! Ayrıca asıl Maket Köy olan minyatür adamlardan oluşan köy ise ayrıntılarla doluydu. Gözlerimi alamadım. Resim çekmek de aklıma gelmedi ki bakmaktan. Aslında ilk beş lira diye çekmiyordum. Sonra baktım herkes çekiyor, o zaman da işte benim aklıma gelmedi çekmek! Doya doya inceledim hepsini. Güzel oldu. Herkes ama herkes mutlaka ziyaret etmeli burayı! İzmir'in Selçuk ilçesinde bulunuyor bu Maket Köy. Gidin gezin. :D

İstinyepark... güzeldi işte. Anlatacak şeyim o kadar.

Bir de resim ekleyeyim. Çok kötü çıkmışım ama mekan süper. :D Ayrıca Tuğçe ile beraber bir-iki resmimiz var. Hepsinde de kötü çıkmışım! :D Hep ikimiz gezdiğimizden resmimizi çeken çok olmadı. :P



Daha anlatacak çok şey var. Çanakkale'de erkeklerin tespih alıp hiçbirinin elinden düşürmemeleri ve bir heykele tırmanan birisine bağırmaya o şekilde gitmeleri, Tuğçe ile Çanakkale'den aldığımız kurşun şeklindeki anahtarlıklara şehit toprağı koymayı unutmamız (ben Boğaziçi, Tuğçe de İTÜ toprağı koydu :D), Ege Üniversitesi'nde kendi başımıza geziye çıkmamız, otobüste Kurtlar Vadisi izlememiz, otobüste kafama yediğim darbeler (1 lira bile attılar kafama), alış-veriş merkezinde Tuğçe'yi delirtmem, teknede kolbastı... Neler neler! :D Çok anı var. :D Güya bir anı anlatacaktım, koptum gittim. :D İyi oldu. Gezdiğimiz yerlerin güzelliğini, tarihini resimlerle anlatmak isterdim ama hiç içimden gelmiyor. Böyle anıları anlatmak iyi oldu. :D Umarım siz de sonuna kadar okuyabilmişsinizdir. :D İyi geceler! :D (Aklıma gelirse yine yazarım. :D)

20 Nisan 2009 Pazartesi

Yolculuk



Okul gezisine gidiyorum bugün! :D Bir hafta yokum. :D İnşallah bolca fotoğraf ve güzel anıyla döneceğim Samsun'a. Görmediğim ama görmeyi istediğim pek çok yeri göreceğim! Benim için çok özel bir gezi olacak gibi. Umarım aksilik çıkmaz. :D

Görüşürüz!

15 Nisan 2009 Çarşamba

Umut Kırıntısı

"It is later revealed that this Syaoran may not be the Syaoran of Cardcaptor Sakura, but possibly another alternate version of Syaoran."
http://ccs.wikia.com/wiki/Syaoran_Li

13 Nisan 2009 Pazartesi

Infinite Undiscovery

Fragmanını ilk gördüğümde çok hoşuma giden bir oyun vardı. :D Infinite Undiscovery... Square Enix'in oyunu zaten. :D Tabii sadece XBox360'a çıkacağını öğrendiğimde epey hayal kırıklığına uğramıştım. Neyse, bugün YouTube'da öyle videolarına bakarken bu oyunun videolarına rastladım ve birkaçını izledim. :D Oyundaki ana kız karakter olan Aya çok hoşuma gitti. :D Gerçekten çok şeker. :D



Aya... :D



Oyunun İngilizce seslendirmesinden pek hoşlanmadım bu arada. :D Ama Japonca seslendirmesi var mı bilmiyorum da. :D



Capell. :D



Capell & Aya. Videodan çektim bu nedenle kalitesi düşük. :D



Aya'nın muhteşem artworkü. :D Hayran kaldım. :D

Keşke diğer platformlara da çıksaydı. Neyse The Last Remnant var. Hoş PC'm kaldırır mı onu emin değilim. Kader... :D

10 Nisan 2009 Cuma

Sakura

Not: Yazı Tsubasa Chronicles hakkında çok büyük spoilerlar içermektedir. Eğer mangayı okuyor veya animeyi izliyorsanız ve geleceğini öğrenmek istemiyorsanız yazıyı okumayın. :D

Dün Tsubasa Chronicles'ın (hayır futbolcu Tsubasa değil :D) 218. bölümünü okumayı bitirdim ve okuduklarım beni çok şaşırttı. Önceden Tsubasa Chronicles'ı soranlara "Hani benim en sevdiğim anime var ya Card Captor Sakura, işte onun karakterleri ama tamamen farklı bir hikaye. O karakterlerle alakası yok." derdim. Artık diyemeyeceğim. Çünkü bal gibi var!

Şimdi önce Sakura ve Shaoran nasıllarmış ona bakalım. :D







Şimdi ise Tsubasa Chronicles'taki hallerine bakalım.





Yok hayır burda gördükleriniz Tsubasa Chronicles'ın ana karakterleri olan Syaoran ve Sakura değiller. Sonra Sakura ve Shaoran'ın geçmişi nasıl değişti diye sormayın. :D Bunlar öz be öz Card Captor Sakura'nın ana karakterleri olan Sakura ve Shaoran. Bu resimler manganın ilk cildinin ilk sayfasında bizi şaşırtmak için koyulmuş resmen! Manganın ana karakteri olan Syaoran aslında bizim Sakura ve Shaoran'ın oğluymuş! Başka boyuta gitmiş falan. Çok fazla ayrıntıya girmek istemiyorum, yazının amacı farklı. :D Ama oğullarını korumak için güçlerini birleştirerek zamanı geri almışlar ve bu büyü için ödedikleri bedel de zamanı gelene kadar -zamanı da 7 yıl şimdiden söyleyeyim- özgürlüklerini ve daha da önemlisi birbirlerine dokunma şansını kaybetmeleri. Yedi yıl boyunca hapsolmuş bir şekilde birbirlerini izliyorlar. Aralarındaki cam ise asla gitmiyor.

Şimdi senaryo çok güzel, harika falan da ben yine de bu durumdan rahatsızım biraz. CLAMP karanlık bir manga yapmak istemiş. Saygı duyarım. (Chobits, Card Captor Sakura gibi sevimli animelerden sonra falan zaten yapmaları lazımdı karanlık bir şeyler :D) Çok da güzel yapıyorlar. Ama neden Sakura ve Shaoran'ı karıştırıyorlar içine?! Yani alternatif bir dünya, karakterler aynı ama aslında hiçbir bağlantısı yok diyebilsem yine tamam. Kullanın görünüşlerini, isimlerini falan. Ama direkt almışlar Card Captor Sakura'nın Sakura'sını ve Shaoran'ını vampirlerin, göz yiyen insanların (?!), bolca kan ve ölümün olduğu manganın ortasına sokmuşlar. Hem de sadece Syaoran'ın anne babası olsalar da dokunulmasa yine iyi. Direkt acı çektiriyorlar. Ya bırakın ne olur şunları. Shaoran, Sakura'ya onu sevdiğini söyleyene kadar ne karın ağrıları çektik biz izleyiciler. Bırakın rahat rahat yaşasınlar aşklarını. Mutlu, mesut, sonsuza dek! Biraz pembe kaçtığını biliyorum düşüncemin. Ama Card Captor Sakura'yı eğer izlediyseniz, öyle bir sonun ideal olacağını siz de anlarsınız. Zaten öyle bir sonu vardı da, sonra neden Tsubasa Chronicles ile kurcaladılar geleceklerini anlamış değilim. Hep Card Captor Sakura'nın devamı gelsin isterdim, ama böylesini değil. Gerçi bazı göndermeler çok hoş olmuş. Mesela Syaoran'ın "Annem de yemek yapar ama babam daha iyidir." demesi insanın yüzünde bir tebessüm oluşmasına neden oluyor. Card Captor Sakura'daki hallerini hatırlıyorsunuz. Ama yine de manga ve Sakura ile Shaoran'ın geleceği karanlık! Card Captor Sakura'nın dünyasında böyle bir şey olmamalıydı. Benim en sevdiğim dünyada yoktu böyle şeyler. Bu nedenle CLAMP'a zaten çok kırgınım. Tüm kaçış noktalarım mahvediliyor yavaşça. Çevremde güzel anılarımı hatırlatan her şey ya yıkılıyor, ya değişip mahvoluyor. En önemlisi de mahvedilmiş oldu böylelikle. Neyse yine de bekliyorum. Belki Tsubasa Chronicles'ın sonunu tatlıya bağlarlar diye. Eğer bir de benim Sakura ve Shaoran'ımı harcarlarsa CLAMP'ı asla affetmem.

8 Nisan 2009 Çarşamba

Eski Dost...

Bu oyunu bir kere daha koymuştum bloga. :D Ama şimdi çok geride. Gelip gidip oynayayım diye tekrar koydum buraya. :D Siz de bakın isterseniz. :D

7 Nisan 2009 Salı

Hayaller

Küçükken bazı hayallerim vardı. Hep gerçek olmasını istedim. Her yeni yıl kutlamasında o yılın özel olacağını, hayallerimin gerçek olacağını düşünürdüm. Hiç olmadı... Hiçbiri...
Şimdi o yıllar gitti. Gelecek yıl için o hayallerle ilgili ümidim yok, çünkü artık çocuk değilim. O hayaller ben çocukken gerçek olmalıydı.
Şimdi başka hayallerim var. Küçükken kurduğum hayaller kadar gerçekçi ve renkli değil. Çünkü küçüklük hayallerimin gerçekleşmemesi bendeki o ışığı zayıflattı. Bu sefer ümidim de yok açıkçası... Çocukluğum nasıl hayallerim gerçek olmadan, düşündüğümden tamamen farklı geçtiyse gençliğim de öyle geçecek. Ve yetişkin olduğumda, ve yaşlandığımda... Hiçbir zaman istediğim hayata sahip olamayacağım.
Hayatımın tamamının mutlu bir hayat olması için çocukluğumdaki o hayallerin gerçekleşmesi lazımdı. Ama artık çok geç. Geri dönüş yok.
Aradığım şeyi aramayı bıraktım. Umut etmeyi bıraktım. Çünkü biliyorum ki... yok. Asla da olmayacak.
Bunu aslında çocukken de içten içe biliyordum herhalde. Bu nedenledir ki hayallerim gerçekleşmediği halde ben o hayalleri gerçekleşmiş kabul ettim. Benim hatırlamadığım bir gerçeklikte yaşadığıma ikna ettim kendimi. Çünkü hayalim çok büyük değildi. Birçok insanın yaşadığını biliyordum. Ben neden farklı olacaktım ki? Şu anda yaşamıyorsam daha önce, çok daha önce yaşamışım demek ki dedim. Kendimi kandırdım.
Artık kendimi kandırmıyorum. Artık ümit etmiyorum. Artık hayal kurmak da istemiyorum. Çünkü sadece acı veriyor.

Üstünde sallanarak günbatımını izlediğim salıncağa, günümün çoğunu geçirdiğim göl kenarına, o yağmurlu güne, beyaz evime, arkadaşlarıma veda etmeliyim... O dünyanın kapılarını artık kapatmalıyım. Çünkü zaten artık eskisi gibi gitmiyor orda hayat. Ben büyüdükçe, o dünya kirlenecek. Kapıları kilitlemeli ve bir daha o dünyaya el sürmemeliyim. Bir daha asla hayal kurmamalıyım. Asla.

Changing

So I'm changing who I am
'Cause what I am's not good
And I know you love me now
But I don't see why you should
And I don't see why you should
No, I don't see why you should

3 Nisan 2009 Cuma

Biohazard

Bugün okulda aşı olduk! :D Çok komik bir maceraydı. Korkup kaçmaya çalışanlar mı dersin, korkmuş taklidi yapıp yalandan bayılanlar mı dersin hepsi vardı.
Aşıyı ilk ben oldum. Bir insan bazı huylarını değiştiremez ya benim de öyle çok huyum var. Kendimi duruma uydurmak yerine durumu kendime uydurmayı seviyorum. Daha sonra belki bu huyumdan ayrıntısıyla bahsederim, şu an yeri değil. :P İşte ben aşıdan çok korktuğum için, daha doğrusu iğnenin görüntüsü, ete girmesi vb. beni korkuttuğu için aşıyı ilk ben oldum ve o tarafa bakmadım. Böylelikle hiçbir iğneyi görmeden, kimse aşı olmadan benimki aradan çıktı. O zaman da diğerlerinin aşı olmasını izlemek büyük zevk. :D

Neyse... Sonra Rıdvan, Damla, Minik falan aşısını olduktan sonra aşıları çıkarttıkları kutunun üstünde ne yazdığını gördük!!! İyi ki daha önce görmemişim. Yoksa hiçbir şekilde olmazdım o aşıyı! :D



Tabii bu hepimiz için büyük bir şok oldu. Üstelik bu aşı ilk defa yapılıyordu. (Kızamıkçık) İşte o şok anı;



Zombi olmama az kalmıştır herhalde. :D Hepinizi çok seviyorum. :P Görüşürüz! (İnşallah.)

Pöh...

Cosplay aşkıymış pöh! 10 kilo verdim ve kaldım öyle. Artık diyet yapmayı beceremiyorum. Neden bilmiyorum... Olmuyor. Neyseki kilo da almıyorum pek. Ama aldım gibi. Diyete devam etmem şart.

1 Nisan 2009 Çarşamba

Arşivler

Önceden başkalarının sevdiği oyunlarla ilgili yaptıkları arşivlerini görür görür özenirdim. :D Bir gün benim de böyle arşivlerim olacak derdim. :D FF ve RE için böyle bir arşiv yapımına giriştim. Henüz başlangıç aşamasındalar ama zamanla büyüyecekler. :D FF arşivimde aslında hiç elime geçmemiş bir Advent Children daha var. İnşallah bir ara elime geçecek o da. :D (Resimleri yamuk çekmişim ya neyse. :D)
İşte arşivciklerim;

Final Fantasy (Ve Kingdom Hearts. Sora'nın kafası çıkmamış. :D)


Resident Evil

Çok Şaşırtıcı Ama Snow'un Uzmanlık Alanı Buz Büyüleri!

Ben: Snow is a fighter class character. In other words he uses his fists to take down opponents. Compared to the fast and agile Lightning, Snow focuses more on power and strength. What may surprise some is that Snow specializes in ice-magic, since he is a hot blooded character.

Zeynep:snow specializes in ice-magic
snow ya!
snow!
tanrım! O.o

Ben: acayip
bi kehanette bulunucam
lightning de
thunder büyülerinde
güçlü olabilir bence O.o
zor ama O.o

Zeynep: yok be o kadar da olmaz O.o



Çok zekiyiz...

Advent Chdilren Complete için para biriktirmeye başlamak gerek...



On the Advent Children: Complete Demo

* The demo should be played with the understanding that this is FF13 as it was in 2008. The game has move forwards much since then, and the developers are now in the 'Final Stretch' of many aspects of development.

* The demo uses around 50% of the PS3's power - the final version will use close to or the full 100%.

* The demo only shows around 50% of the aspects of the battle system that will be implemented in the final game.

* The story included in the demo is a very small and superficial part, but should provide a good show of what players can expect.

* The demo uses an old version of the FF victory fanfare, but the final game will have an all-new arrangement.

* The battle theme used in the demo is the final battle theme.

* The demo is balanced to be easier. The final game will have harder battles in the area the demo shows and it will be easier to get a game over.

* The demo is a part of the start of the game during a situation called 'Purge'. Most of the scenes from the latest trailer are from the demo.

* Character victory poses are yet to be decided.

On the Game's Technology

* There have been debates about if the game will use a single or dual layer BluRay disc, but space is not an issue.

* The memory available on the PS3 has proved a struggle to work with.

* The biggest change from the previous game was the graphics.

* Textures are exciting - talk of 'Chocobo's plumage' and the texture of Vanille's skirt as both being impressive and surprising to Kitase.
* The game features real time lighting aspects that took a lot of work and effort to get correct.

* Scenes that previously would've been rendered in CGI have been done in real-time in FF13, but the game still has many CG sequences.

* In battle, magical attacks will leave behind signs they've been cast, like plumes of smoke after fire and ice on the ground after blizzard.

* Kitase believes it's difficult to tell the CGI and real time stuff apart.

The Battle System

* In terms of speed, the battle system is based off the Final Fantasy X system.

* The game's battle system is not seamless like FF12, but the transition in and out of battle is so rapid that it has a similar feel to the seamless system.

* 'Chains' are multiple attacks strung together. The more attacks that you can chain together, the more damage you can do. Some combinations of attacks and magic are going to be more effective than others.

* Chaining a devastating amount of attacks will result in a 'Break'. A broken enemy will take more damage and can be lifted or thrown off the ground.

* Monsters all have individual weight values, so a large beast is more difficult to break and lift than a small low level monster.

* Mixing Chains, Breaks and Lifts will all be important, especially in boss battles.

* Players will receive a rating out of stars at the end of battles based on their performance

* The camera can be moved around freely in battle and some automatic camera angle changes happen when certain actions are performed too, making for a dynamic camera.

Plot & Characters

* Lightning's design was difficult to perfect, as she is a swordsman so had to look threatening but also had to look like a woman and not too muscular.

* With Sakamoto Maya voicing her, femininity has been bought out in Lightning that doesn't show in her 'look'.

* Snow was originally more childish, shouting often. They abandoned the immature aspect of the character and gave him a more 'big brother' role in the party.

* Vanille shouldn't be written off as this game's 'bubbly girl'. She is positive and upbeat but she has weight to her character. Fukui Yakari was chosen for the voice acting role because of the different sides of her character.

* Sazh's design and image came quite easily. He too is a bit of comic relief and is a positive character, but he has demons of his own to face later on. The voice actor, Ehara Masashi, was free to adlib while recording.