25 Şubat 2011 Cuma

Sahte İnsanlar

Birkaç insana tahammülüm azaldı gerçekten. Olur olmaz ahkam kesenler, öznel görüşlerini mutlak gerçek zannedip ona göre davrananlardan bıktım.
Böyle bir insan değildim ben. Ama önceden böyle değildi bazı arkadaşlarım. Ne oldu başkalarının düşüncelerine saygı duymaya? Ne oldu renkler ve zevkler tartışılmaza? Kendinizden başka kimseyi duymuyorsunuz! Bencilsiniz. Kendinizi çok havalı zannediyorsunuz ama gerçekten aptal görünüyorsunuz. Bu cümle de direkt Avril'ın Complicated şarkısından arak gibi oldu ama yazdıktan sonra benzerliğini fark ettim, neyse.
Sonra böyle sırf insanlar havalı görsün diye olduğundan farklı davranan, bilmiş bilmiş cümleler kuranlar var Twitter'da, orda burda. Edebiyat kasanlar. Herkese değil bu sözüm. Kimisinin içtenliği belli oluyor tweetlerinde. Ama bazıları da buram buram "Dur şöyle bir havalı cümle kurayım da insanlar beni izlesin," diye bağırıyor.
Bunaldım artık öyle insanları görmekten. Bir insanın kendisi olması, dış baskılardan korkmaması ne kadar zor olabilir ki? Ben metalci bir insanken, metalci bir arkadaş grubum varken Kore pop müziği de dinlemeye tereddütsüz başladım ve kendiyle barışık kimse bana bir şey demedi. Kendime karşı dürüstüm çünkü. Ben metal de dinliyorum K-pop da dinliyorum, diyebiliyorum. Ne Dinliyorum'u kapatıp da başka şeyler açıp kendimi kandırmıyorum. Ama o kendilerini kandıranlar ise laf ettiler izlediğim dizilere, dinlediğim şarkılara.
Kendini bir şey zannedenler, veya kendini bir şey zannetmek için bir taraflarını yırtanlar... Hepsi bir süre benden uzak dursun mümkünse. Çünkü çok anlayışlı ve sabırlı gözüküyor olsam da benim de dolduğum bir nokta var. Kırıcı olmaya başlayacağım eğer bana bulaşırlarsa bir daha.
Düzeltemiyorsanız kendinizi de gidin kendi kendinize oynayın oyununuzu. Egonuzu tatmin etmek için benim size göre "kabul görmemiş" olan zevklerimi kullanmayın.
Bu yazı kibar bir yazı bile oldu. Ne dersem diyeyim yine kimseyi kırmama niyetimi bir yana bırakamıyorum. Neyse... Yine de rahatladım biraz.

22 Şubat 2011 Salı

Why?


"It's beating so fast. Why? I always want to contradict you. Why? I want you to understand me. Why?
I like you! But then, why?" - Tsurara

21 Şubat 2011 Pazartesi

Mutfakta Bir Japon vol. 2

Mini (ya da gerçek adıyla Münevver Teyze ama kimse öyle çağırmıyor) bize ziyarete geldiğinde bana küçükken ona verdiğim bir sözü hatırlattı.

Mini: Öykü bana söz vermiştin küçükken! Henüz unutmadım. Japonya'ya gittiğinde beni de beraberinde götürecektin. Sakın cayayım deme.
Ben: Ama ben Kore'ye gideceğim artık, gelir misin?
Mini: Olur olur, o da olur.
Ben: Çok güzel, seversin sen de.
Annem: Mini bir de uzakdoğulu koca bulur.
Mini: Olur mu ya cidden?
Annem: *Ikuta Toma posterini göstererek* Baksana hiç fena değiller.
Mini: Cidden hee...
Ben: Tamamdır o zaman!

Bir Adım

Burada daha önce bahsetmedim ama Super Junior'ı Türkiye'ye getirmek için bir imza kampanyası fikri ortaya atmıştım. Damla da bunun iyi bir fikir olduğunu söylemişti. Gökçe isimli bir arkadaşımın büyük büyük yardımlarıyla bu imza kampanyasını başlatabildik. Kısa sürede 573 imzaya ulaştık. Yayma konusunda Aslı sana da çok teşekkürler bu arada. :D
Derken bugün inanılmaz bir haberle karşılaştık! Gökçe'nin Koreli bir arkadaşı Gökçe'ye "Artık tüm Kore sizi biliyor," diye bir mesaj atmış. Bir de ne görelim, Korece bir habere konu olmuşuz!
Link aşağıda!


Çeviri:
Super Junior’ın Türk ve Endonezyalı hayranları Super Show 4 konserinin kendi ülkelerinde yapılması için imza kampanyası düzenliyorlar!

Super Junior Hallyu gücünü kanıtladı.

Son günlerde Türk ve Endonezyalı ELFler "Gopetition" adlı site yoluyla Super Junior’ın Super Show 4 turunun kendi ülkelerinde de yapılmasını istediklerini belirten online imza toplama kampanyası başlattılar.

İlk olarak Türk ELFler “Türkiye Super Junior hayranlarının çok olduğu bir ülke. Super Junior'ı ve Super Show 4’ü gören/izleyen ELFlerden olmayı umut ediyoruz.Asya ve Avrupa arasında köprü olan ve Türkiye’nin en gelişmiş şehri olan İstanbul'a Avrupa ve Arap Yarımadası’nda bulunan ELFler kolayca ulaşabilirler.Bu yüzden Super Show 4 konseri İstanbul’da yapılırsa bu konser Super Junior’ın tüm dünya tarafından bilinmesine katkı sağlayacaktır.” diyorlar.

(Endonezyalı ELFlerle ilgili olan kısım çıkarılmıştır)

Korece-Türkçe Çeviri: Gökçe Talay(www.facebook.com/turkishelf)

Bilmem söylememe gerek var mı ama çıldırdım! Bu kesinlikle büyük bir adım oldu! Sesimizi Kore'ye duyurabileceğimize, Kyuhyun'u bir gün canlı canlı izleyebileceğimize olan umudumuzu kat kat arttırdı! El ele verirse ELFlerin her şeyi başarabileceğini en güzel şekilde gösterdi. Bundan sonra yapılacak şey, imza sayısını arttırmak ve hedefimiz olan en az 5000 sayıya ulaştırmak! Eğer siz de imzalamadıysanız:


Aşağıdaki Sign The Petition butonuna tıkladıktan hemen sonra, gelen formu doldurup yine aşağıdaki Sign butonuna basmanız yeterli!

"Öncelikle ne olursa olsun hayatınızı bir gözden geçirin
Eminim orada gözden kaçırdığınız bir şeyler bulacaksınız" - Yamapi

20 Şubat 2011 Pazar

High Definition

Her ne kadar yüksek çözünürlüğü sevsem de boyutları bakımından drama arşivlerken 1080p pek tercih etmediğim bir çözünürlüktü. Yüksek kaliteli olması yeterli diyordum. Ama bulduğum en güzel Secret Garden torrenti 1080p olduğu için onu o şekilde arşivlemeye başladım. Ve birinci bölümü açtığımda ağzım açık kaldı. Lanet olsun ki şimdi 1080p çözünürlüklü versiyonu bulunan tüm dramaları öyle arşivlemeye başlayacağım! Ve aşağıdaki resim kesinlikle hakkını vermiyor çözünürlüğün. İzleyip görmeniz lazım! Sadece bir fikriniz olsun diye ekledim.

Lolli-Lolli-Ooh-Lollipop!


Anneme sonunda iPhone'u sevmeme nedenlerimi açıklayabildim. (iPhone 4 olsa yine bir şekilde idare edebileceğim bir telefon olurdu ama bendeki iPhone 3G gereksiz ötesi) Ve bana bir LG Lollipop almaya ikna ettim onu! Çok mutluyum! Tek sorun Lollipop'u hiçbir yerde bulamamam.

Nasıl ikna ettiğime gelince, her mutfağa gittiğimde anneme LG Lollipop'un bir özelliğini söyledim. Hem de en temel özelliklerini. Bakın nasıl gelişti:

+LG Lollipop'ta bluetooth var.
-E her telefonda var ki?
+iPhone'da iPhone dışındaki telefonlara yok.

***

+LG Lollipop kameraya da çekiyor!
-E her telefon çekiyor ki?
+Bendeki iPhone modeli çekmiyor.

***

+LG Lollipop'un önünde kamerası var. Görüntülü konuşma yapılabiliyor!
-E artık her telefonda yapılıyor ki?
+Bendeki iPhone modelinin önünde kamerası yok. Aynayla mı yapacağım görüntülü konuşmayı?

***

+LG Lollipop 350 lira.
-Tamam merkeze inince bulduracağım o telefonu, alacağım. (Telefon dükkanı sahibi bir tanıdığı var da...) Ama iPhone'u satma. Bulunsun kenarda.
+Yey!

Güncelleme: İşte bu tam bir tesadüftü! Meğer Kyuhyun'un telefonu da LG Lollipop'muş! Bilseydim daha önce karar verirdim almaya! İşte zevklerimiz bile aynı...


Bunun üstüne Lollipop şarkısı gider!


19 Şubat 2011 Cumartesi

Magnae Ayrıcalığı

Grubun magnaesi (en genç üyesi) olan Kyuhyun bu konumunu sonuna dek kullanıp grup lideri Leeteuk'un sırtına tırmanmışken...

1:23'te Eunhyuk'un ukulele ile önlerinden kendi çapında eğlenerek geçişi inanılmaz güldürdü beni.

16 Şubat 2011 Çarşamba

Perfection

Bir şarkının adı şarkıyı ve klibi bu kadar iyi tanımlayabilirdi! Daha teaser çıktı sadece ama çıldırıyorum bile!


UYARI! Aşağıda bir fangirlün çıldırışlarına şahit olacaksınız. Normalde Super Junior üyelerini sevmemin tek nedeni fiziksel özellikleri değil ancak aşağıda bolca fiziksel özellikle ilgili çıldırmalara rastlayacaksınız. Yastıkla kendinizi koruyun.

Çıldırmalıyım! OLSHGLKFSDJGFLJKSDFNSDLFKNSDFSDLKFNSDNFLSDLJFSLJ!

Tamam Siwon yakışıklısın anladık! Tüm karizmanla bakma kameraya öyle! Öldürme beni! Zaten lider de oldun karizmana karizma kattın!

Ryeowook! Saçların ÇOK TATLI! Sarı rengin sana yakışacağını düşünmezdim ama felaket yakışmış! Bir tanesin, harikasın!

Henry! Seni çok özlemişim! Çok sevimlisin ve senin de saçlarına bayıldım. Ah aslında tüm üyelerin saçlarına bayıldım! Ayrıca o siyah yüzük bile yakışmış yani. Kimseye yakışamaz diye düşünürdüm ama sana yakışmış Henry! Süpersin Henry!

Eunhyuk! Tabii ki her zamanki gibi mükemmel dans ediyorsun! Teaserda olmasa da şarkının full halindeki rapine de hastayım. Evet rape hastayım. Sen yapınca rape de hastayım ne yapayım yani!

Sungmin! Kyuhyun'dan ayrı kalamadın sen de geldin değil mi gruba? Seni gidi seni! Zaten şimdi KyuMin ve EunHae beraberler! Tey tey! O değil de o kameraya doğru elini uzatışın ne harikaydı! Hep çok sevimlisin!

Donghae! Kızların sevgilisi, puppy! Eşofman altı gibi bir pantolonun var bir yerde ama görmezden geliyorum! Sana her şey yakışır zaten!

Zhou Mi! Seni nasıl bu kadar geç keşfettim ben söyler misin? İnanılmaz sevimlisin. Kyuhyun ile de çok yakınsın ama Sungmin geldi pabucun dama atılmasın diye çok uğraşman lazım. Ve bu klipte de çok tatlısın! Senin de saç rengin açılmış ve çok yakışmış!

Kyuhyun sesin harikaydı, yüzün harikaydı, fiziğin harikaydı, karakterin harikaydı, Çince'n harikaydı! Yetmedi mi?! Yetmedi mi?! Bonamana'da dans ettin yetmedi mi! İlla en harika dans edenlerden biri haline de mi gelmen lazımdı! Ana vokaldin zaten neyine yetmedi! Sen beni çıldırtacak mısın? Herkes sana mı aşık olsun ha! Grubun en popülerlerinden birisin zaten! Teaserda en çok senin sesin çıkıyor, en önde hep sen varsın! Tamam hoşuma gidiyor seni daha çok görmek ama bu da kalp. Kalp krizi geçireceğim overdose etkisiyle!

Ve şarkı harika! Teaserdaki düzenlemesi de mükemmel olmuş. Normal versiyonu bu kadar çılgın değil. Ama böyle olmasını tercih ederdim. Özellikle sonlar tapılası! Ve Kyuhyun genelde en önde! Kamera açıları da güzel, düzenleme de güzel. Sadece teaser ama olsun!

Özetle, ŞU KLİBİ HEMEN ÇIKARIYORSUNUZ!

15 Şubat 2011 Salı

Final

Kore dramalarının şöyle bir özelliği var ki tüm drama mükemmel bir şekilde ilerlerken final sahnesi hep çok durgun olur. Hep bir eksiklik hissi olur final sahnesinde. O sahneye kadar müthiş renkli olurken final bölümü, o son sahnede garip bir sakinlik olur. Hepsi çok güzeldi izlediğim final sahnelerinin ama harika dediğim sadece iki tane var.
Biri I'm Sorry I Love You, diğeri de Secret Garden. İkisi de çok etkileyici ve çok güzeldi. I'm Sorry I Love You bir burukluk, Secret Garden ise sıcacık duygular bıraktı üzerimde.

Secret Garden

"Seni sevdiğim için değil, senden başkasını sevemeyeceğim için seninle evlenmek istiyorum." - Kim Joo Won

14 Şubat 2011 Pazartesi

SEOUL



Seoul (ya da Seul da diyebilirsiniz ama ben Seoul'u seviyorum) sevdamın nasıl başladığını anlatmak istiyorum bugün.

Her şey Damla'nın bizde kaldığı bir gün başladı. Kore pop müziğini yeni keşfetmiş olan Damla ve ben bilgiye ve daha çok müziğe aç bir şekilde YouTube'da klipleri bir bir devirirken iki yazı öncesinde paylaştığım SEOUL Song isimli klibe denk geldik.

O klipte gördüm ilk defa Kyuhyun'u. "Ah ne tatlıymış," diye bir yorum yaptım. Klip çok tatlı ve çok güzel olduğu için hemen bizi etkiledi. Ayrıca orada geçen mekanlar da ayrı bir güzeldi. Yorumlara baktığımızda "Ben de Seoul'da yaşamak istiyorum," diye yorumlar gördüğümüzde "Vay be bak benim Tokyo'da yaşamak istemem gibi Seoul'da yaşamak isteyenler varmış," dedim Damla'ya.

Klibi bir daha izledik ve düşünmeye başladık acaba nasıl olurdu Seoul'da yaşamak diye. Sonra birden kendimizi Seoul'da kiralık ev ararken bulduk internette.
"O sular fışkıran köprüyü gören bir ev olmalı!" diyordum. Saatlerce Seoul'da evlere ve Seoul resimlerine baktıktan sonra yataklarımıza yattığımızda ikimiz de Seoul'da yaşama fikrini tamamen benimsemiştik. Ben neyse de Türkiye'nin dışında yaşamayı hiç hayal etmemiş olan Damla da çok heveslenmişti.

Sonra hayaller kurduk gerçekleşmeyeceğini bile bile. Köprü manzaralı evimizde uyanıp TV'de bir müzik kanalı açıyorduk. Sevdiğimiz Kpop şarkılarını dinlerken kahvaltı yapıyor sonra da okulumuza yollanıyorduk. Akşam SHINee'nin sahne alacağı Music Bank programının çekimleri olacaktı ve Damla ile onu izlemeye gidiyorduk. Canlı canlı SHINee'yi görebiliyorduk. O klipteki ahşap alışveriş merkezinde geziyorduk. Damla bir müzik dükkanında zaman geçirirken ben de bir kitapçıda kitapları inceliyordum. Ah belki o Jonghyun'la karşılaşırdı ben de Kyuhyun'la karşılaşırdım. (Evet bu hayali kurduğumuz gün Kyuhyun'u ilk defa görmüştüm. İlk görüşte aşk misali direkt hayal kurmaya başlamıştım ne yani. :D) O Kyuhyun'un klipte resim yaptığı yerde geziyorduk Damla ile. Bir sürü, bir sürü resim çekiniyorduk. Hep uzakdoğu dizilerinde gördüğüm o büyük akvaryumlardan Seoul'dakine gidiyor ve balıklarla dolu bir dünyaya adım atıyorduk. Çekik gözlü sevimli insanlar yanımızdan geçtikçe Seoul'da olduğumuzu bir daha fark ediyor, bir daha seviniyorduk.

O geceden sonra Seoul'da yaşama kararı aldık Damla ile. Çok araştırdık nasıl gidebileceğimizi. Yurt dışına öğrenci gönderen okulumuzdan emekli bir öğretmen ile görüştük. Bizi kesin göndereceğini ve bizimle iletişime geçeceğini söyledi ama sonra hiç aramadı. Okuldaki rehberlik öğretmenimizle bir sürü üniversiteye mail attık anlaşmaları var mı diye. Ya olumsuz cevap geldi ya da hiç gelmedi. Loto bile oynadık belki tutar da burs aramak zorunda kalmayız diye. O da tutmadı. En sonunda Bahçeşehir Üniversitesi'ni bulduk. Seoul'da bir üniversite ile anlaşması olan ve %100 burslu girersek Kore'ye de burslu gönderecek üniversite! Hayallerimiz oradan geçiyor!

İnsanlar bizdeki bu Seoul saplantısını anlayamıyor. Türkiye'nin suyu mu çıktı diyenler var. Onlara zaten bir şey bile demiyorum da, Amerika dururken neden Kore falan diye soranlar var. Ben de o insanlardaki Amerika saplantısını anlamıyorum ama en azından saygı duyuyorum. Benim kararlarıma da saygı duyulsa keşke. Neyseki annem de Damla'nın ailesi de bizi destekliyor. Bu kadarı yeterli bence.

Kore'ye gitme isteğimden önce hayattan hiçbir beklentisi olmayan bir insan haline gelmiştim. Ruh gibi geziniyordum ortalıkta. Çok fazla yaşadığımı, daha fazlasına gerek olmadığını düşünüyordum. İntihar düşüncesi değil de sadece boşuna yaşıyormuşum gibi hissediyordum. Hayatın bana daha fazla getirecek bir şeyinin olmadığını düşünüyordum. Kore'ye gitmek istediğim için bir yıldır ayaktayım.

Bu yüzden oturup şu son birkaç ay çalışma tempomu arttırmalıyım. Üniversite sınavında ilk 20.000'e girmeliyim. O zaman hayallerimi gerçekleştirebileceğim. Bu nedenle sanırım yeniden bilgisayara ara vereceğim bir süre. Bakalım ne kadar tutabileceğim bu sözümü.

Benim için dua edin! Bahçeşehir Üniversitesi'ne girebilmem için pozitif enerjilerinizi gönderin bana lütfen!

13 Şubat 2011 Pazar

Fotoğraf Çekmek

Bir süredir fotoğraf çekmek çok ilgimi çekmeye başladı. Ancak elimde sadece flashı ve zoomu dahi olmayan bir iPhone kamerası olduğu için pek de fotoğraf çekemiyorum. Profesyonel bir makine alacak param da yok. Ne yapsam ne yapsam derken beni bir süre idare edecek çok sevimli bir makine buldum kendime. İlgimi çeken özelliği çeker çekmez basması fotoğrafı. Küçük kredi kartı boyutunda fotoğraflar basıyor. Bunları çekip bir albüm yapmayı düşünüyorum. Hem de 200 lira limitli kredi kartımla çok rahat alabileceğim bir alet! Çok kaliteli bir görüntü sunacağını sanmıyorum ama yine de çok eğleneceğim kesin! Amacım da o zaten. Mart'ın 1'i geldiği anda sipariş edeceğim.
Sizce de çok sevimli değil mi?

Resimleri koymak için de şu albümden sipariş edeceğim. Mart çabucak gelmelisin!

11 Şubat 2011 Cuma

Dilek

Lütfen Allah'ım lütfen! Seul'a gitmeme yardım et! Ne olur gideyim şu şehre! Ne olur! Ne olur! Ne olur!

9 Şubat 2011 Çarşamba

Kuzu

Pek muhterem küçük kardeşim Oğulcan. Senin hakkında yazıp yazacağım tek yazı bu, tadını çıkar. Gün gelir de bu blogu keşfedersen okursun artık.
Küçükken hiç sevmezdim seni. İstememiştim bile. "Nereden çıktı ki bu?" demiştim. Ama bir yandan da hoşuma giderdi varlığın. Kimseye göstermediğin tepkileri bana gösterirdin. Daha doğduğun ilk gün iki elinle sarmıştın elimi.
Dört yaşında konuştun falan ama iyi ki geç konuşmuşsun. Şimdi bile zor tahammül ediyorum çenene, o zamanlar dövermişim seni. Bir iki çakmışlığım da yok değil kafana. Ama neyseki hatırlayamayacak kadar küçüktün. Ne yapayım o zaman anlaşması zor biriydin. Bana ne alsalar aynısından isterdin. Barbie bebek bile olsa! Bu kadar da özenilmez ki ablaya canım, cık cık.
İlk cümleni de dün gibi hatırlarım. Mantıya nane koyan anneanneme "Azıcık bana da." demiştin. O zamandan belliymiş senin ne obur olacağın. Zayıflığın hastalığındanmış tamamen meğerse. Büyüyüp iyileşince nasıl da löpür löpür yemeye başladın her şeyi. Olsun sen hasta olma yeter ki.
Neyse, şu son birkaç yıldır seviyorum seni küçük. Hâlâ sadece işin düştüğünde gelip yapıyorsun yalakalığını ama olsun. Yine de çok uyumlusun küçük kuzum benim. Derslerinde arkadaşlarından gerisin, orta okulda olmana rağmen okuman hâlâ yavaş belki ama sen başka şekilde akıllısın. Annemle babamın ayrılmasında tek şikayet etmedin, hiçbir şey açıklanmasına gerek olmadan sen her şeyi anladın. Babam bana bir şeyler alıp, sana "Ablana aldım bu ay sana alamam," dediğinde asla gelip de bana kızmadın. Babamın nasıl bir insan olduğunu anladın. "Oğulcan hastayım, bulaşma," dediğimde türlü bahanelerle hep gelip iyi miyim diye baktın. Lafımdan da hiç çıkmıyorsun zaten.
Hele gelip "Abla abla! Tidus'lu oyunu oynayalım!" diyorsun ya yemez miyim ben seni.
Neyse böyle bir aşka geldim demin seni dudaklarını on metre uzatmış bir şekilde uyurken görünce.
Yeter sana bu kadar sevgi. Hadi güle güle.

8 Şubat 2011 Salı

Once Upon A December

Artık filmlerin Türkçe seslendirmelerine bu özen gösterilmiyor... Ne mükemmel filmsin Anastasia!

Yamapi Gifleri!

Kendi ellerimle yaptığım Yamapi gifleri! Bu klibi çok hoşuma gittiği için, özellikle de bu giflerdeki halleri, gif yapmadan edemedim. :D Ancak Firefox dışında güzel gözükmüyorlar, ühü. Olsun ağır çekim de iyidir.



7 Şubat 2011 Pazartesi

Bir Drama Bağımlısının Öyküsü



1-Oh... Bir dramanın daha sonuna geldik. Ne güzeldi yaa. Neyse artık derslerime odaklanabilirim.
2-*Ertesi gün bilgisayarı açar.* Heh dramama devam edebilirim. Aaa bitmişti. Neyse başka şeylerle uğraşabilirim artık.
...
...
...
Ne ile uğraşacağım? Sıkıldım. Ders de çok çalıştım. Daha fazla çalışmak istemiyorum bugün. Bilgisayar oynamak istiyorum! Ama ne yapsam?
...
...
...
3-Şu dramadan da herkes çok bahsediyordu. Zaman öldürmek için şöyle bir ilk bölümüne bakayım. Devam etmem ama. Yeni bir dramayı daha bitirecek vaktim yok. Öyle bakacağım.
4-Hahahah hihihi hohohoho... Ayy çok eğlenceli! Ayy nasıl bir yerde bitti! Bir sonraki bölümün de başına bakayım öyle kapatırım.
5-Saat ne zaman sabahın 3'ü oldu? Ne zaman ben 8 bölüm izledim? Çok uykum geldi. Neyse yarın da izler bitiririm, aradan çıkar. Daha da başlamam.
6-Oh... Bir dramanın daha sonuna geldik. Ne güzeldi yaa. Neyse artık derslerime odaklanabilirim...

Kyutie!

Evet, Kyuhyun'dan vazgeçmişimsi olmuş olabilirim. Ama hâlâ çok tatlı olduğu gerçeği değişmedi!

6 Şubat 2011 Pazar

Yamapi Yamapi Kame Kame

Eğer birisi benim harddiskimi ele geçirirse kesinlikle sapık damgası yiyeceğim. Kesin yani! Ben böyle bir insan değildim. Yamapi beni tam bir fangirle çevirdi.
Tek ümidim harddiskimin kaybolursa kalbi zayıf bir genç kızın eline geçmemesi. Birisinin ölümünden sorumlu olmak istemiyorum. Yani öldüren Yamapi olsa da o resimleri arşiveleyen biri olarak sorumlu hissederim kendimi.
Sapık damgası belki de yerinde olur benim için. Hmm...
Ne olursa olsun, Yamapi çok taşsın be!
(Bunun bir de Kame klasörü boyutu var ama Yamapi'yi gören öleceği için zaten bir daha girmedim oraya.)

Hadi Kame ve Yamapi videosu izleyelim.

I'm Sorry I Love You

Not: Bu yazı kocaman kocaman spoilerlar içerir. Direkt dizinin sonunu söyleyen bu yazıdan canını seven kaçsın! Bööö! Ve drama incelemesi değil pek... İçimden geçenleri yazdım daha çok. He bir de, Eun Chae'nin resimdeki kazağını istiyorum! Ve çok ciddiyim. Rastlayan benimle irtibata geçsin lütfen! Altı-yedi sene öncesinin dizisi olduğu için kolay bulabileceğimi sanmıyorum. Olmadı yazın tüm planları bir yana bırakıp, kendimi örgü öğrenmeye adayacağım.


Herkesin bayılarak izlediği ve litrelerce göz yaşı döktüğü dramayı sonunda izledim. Gerçekten harika bir konusu vardı. Oyunculuklar mükemmeldi. Eun Chae'yi canlandıran Im Soo Jung'ı zaten I'm A Cyborg But That's OK ve A Tale Of Two Sisters'tan ötürü çok beğeniyordum. Bu drama da ona olan sevgimi daha da arttırdı. En beğendiğim Koreli bayan oyunculardan birisi olma yerini sağlamlaştırdı. Keşke daha çok dizide oynasaymış.

Moo Hyuk rolündeki So Ji Sub'ı ise ilk izleyişim. Kesinlikle ona gösterilen ilgiyi hak eden biri. Görüntü bakımından da (ehi) oyunculuk bakımından da göz dolduruyor. Üniversite sınavına hazırlanmadığım bir ara (yeter artık yeni dramaya başlama yaza kadar Öykü!) diğer dramalarına da göz atacağım.

Drama hakkındaki tek şikayetim Eun Chae'nin ilk bölümdeki saç modeli ve renginin diğer bölümlerde değişmiş olması. Çok güzeldi öyle! Ama biraz da kasten olduğunu düşünüyorum bunun. Eun Chae ve Moo Hyuk'un Avustralya'da geçirdikleri o günün gerçek hayatlarından, başkalarının etkilerinden kopuk bambaşka bir dünyada geçen bir gün gibi olmasını istemişler herhalde yönetmen veya senarist her kimse. Yani alakası da olmayabilir ama o Avustralya'da geçen olayları yeniden gösterdiklerinde ben öyle hissettim. İki karakterin de tipi farklı ve sanki bambaşka bir zamanda ve evrende yaşanmış gibi o olaylar. Ve dizideki gibi ortalık karışmasaydı Moo Hyuk ve Eun Chae'nin yaşayacakları hayata bir bakış gibiydi.

Drama, son bölümüne kadar beni çok etkilemedi. Beğendim beğenmesine ama ölüm gerçeğinin suratıma tokat gibi inmesi sonuncu bölüme kadar olmadı. İnsanın sevdiği kişinin ölmesi kadar çaresiz, acı verici bir olay var mı şu dünyada? İzlediğim filmlerde, dizilerde beni en çok etkileyen bu ölümler olmuştur. O boşluk duygusunu iliklerime kadar hissederim. Sanki benim başıma gelmiş gibi nefesim kesilir. Henüz tanışmadığım gerçek aşkımın ölme ihtimali bile gözlerimin dolmasına neden olurken cidden bunları yaşasam ne olurdu diye merak ediyorum. İntiharı hep acizlik olarak düşünmüşümdür. Hayata karşı yenilmek olarak. Ne olursa olsun sonuna dek savaşmak gerektiğine inanırım hep. Ama Eun Chae'nin cansız bedeni, Moo Hyuk'un mezarının yanında o boş şişeyle yatarken "Ben de aynısını yapardım," dedim. Aşk için yaşayan bir insanım çünkü. Henüz gerçekten sevmedim veya sevilmedim ama Eun Chae kadar sevip sevilseydim ben de aynısını yapardım sanırım.

Moo Hyuk'un annesinin yaptığı yemeği yerkenki sahnesi (öyle acıklı ağlıyor ki!), annesinin bulaşıkları yıkarkenki ağlaması ve Eun Chae'nin "Seni seviyorum!" haykırışları benim içimi cız ettiren, gözyaşlarımın ardı ardına akmasına neden olan sahneler oldu.

Bu arada Yune da çok şeker bir karakterdi. Biraz fazla saftı ama! İnsan birisine aşık olduğunu nasıl anlamaz yahu! Alakasız oldu ama söylemesem olmazdı.

Dizide çalan şarkıların harika olduğunu eklemeden geçemeyeceğim. En sevdiğim şarkı Papermoon - Tell Me All About It oldu. Sözleri de müziği de vokal de harika. Aslında çok basitler ama basitliğin güzelliği olur ya. Saf güzellik var şarkıda. Aşağıdan dinleyebilirsiniz.



Eun Chae'nin "Seni seviyorum!" sahnesini yükledim. Kendim tekrar tekrar izlemek için. Ama eğer siz de dramayı izlediyseniz ve sahneyi tekrar izlemek istiyorsanız veya dramayı izlemeye hiç niyetiniz olmadığı için bu yazıyı okuyorsanız veya dramayı izlemeye niyetli olup spoilerları umursamıyorsanız buyrun. ^^


Not: Bu dizi yüzünden UGGlara bakış açım değişti. Çok sempatik gözüküyorlar gözüme. Bir çift edinesim geldi. Yaktın beni Eun Chae! Cidden ama şu üstteki resimde çok şeker değiller mi?! Tam UGG da değiller sanırım. (Kendimi kandırmaya çalışıyorum ama cidden değiller galiba!)

3 Şubat 2011 Perşembe

Mutfakta Bir Japon

Trendy dergisinin verdiği uzakdoğulu grupların, şarkıcıların, oyuncuların resimlerini kesip dosyalıyordum ki annem bir resmi alıp "Hiii çok tatlı!" diye bağırdı. Neye uğradığıma şaşırmış bir şekilde elindekine bakınca Ikuta Toma'nın elindeki köpeği kastettiğini anlayıp şokumdan sıyrıldım.
Annem: Öykü bunu mutfağa asalım!
Ben: Aaa Japon oyuncu resmi olacak mutfağımızda!
Annem: Ona değil köpeğe bakacağız herhalde. Ama oğlan da durabilir. Sağlam parçaymış. Gideri var.
Böylelikle buzdolabımızın üzerinde bir Ikuta Toma posteri var artık!