4 Şubat 2010 Perşembe

Yunalesca

Bir kız çimenlerin üstüne oturmuştu. Derin düşüncelere dalmış olduğu hiç kırpmadığı gözlerinden belliydi. Bir el hissetti omzunda. Aynı anda zıpladı oturduğu yerde. Çok korkardı böyle hareketlerden. Dönüp baktı, kızacaktı elin sahibine.
Sonra onun düşüncelerinden çekip çıkardığı için kızamayacağı tek kişi olduğunu fark etti. Bir melek... Boğazına kadar gelmiş olan kızgınlık sözcüklerini yutup yerine sıcak bir "Merhaba"nın dökülmesini sağladı dudaklarından. Melek, kızın yanına zarif hareketlerle oturdu. Onu her zaman görmeye alışkın olduğu kot pantolonu, lacivert tişörtü ve kareli mavi gömleği vardı üstünde.
"Kime kızdın sen?" diye sordu kıza. Kız şaşırdı. O kadar mı belliydi öfkesi? Kız bir süre düşündü. Neye kızgındı? Çaresizliğine kızgındı. Ama asıl kızgınlık nedeni bu değildi. Neden çaresizdi? Ah, evet onun yüzünden. Ona bir isim düşündü kız. Ne diyebilirdi, nasıl çağırabilirdi onu?
"Yunalesca," dedi sonunda. "Yunalesca'ya kızgınım."
Bu dediğini sadece ikisi anlayabilirdi. Daha fazlasına da gerek yoktu zaten.

Hiç yorum yok: