20 Haziran 2009 Cumartesi

Babalar Günü Yarın! Benim Babam Yok Ki...

Konuşmamayı geçti artık.
Varlığını reddediyorum.
Onun "ev"inden evime gelirken kendimi arabaların altına atmama ramak kalmıştı. Ömrümde ilk defa bu kadar yakın olmuştum intihara. Hayır hayır! Öyle sinirlerim bozuldu, kendimi öldürmek istiyorum tripleri değil.
Ölmek istedim. Tam kavga edip evden çıkıp da ezilip öleyim ki ömrü boyunca vicdan azabı çeksin diye. Asla ama asla mutlu olmayı hak etmesin. Her zaman göğsünde kaldırmakta güçlük çektiği ağır bir yük olsun diye. Acı çeksin, kıvransın, sürünsün diye!
Hoş... Olmayan bir şeyin azabı nasıl çekilebilir?

"Öykü, sen böyle yapınca çok üzülüyorum..."
On saniye geçer.
"Ayten, dondurma koysana. Ne kadar dondurma yedik ahahahaha..."


Haksızmışım... Kafamdan senaryolar uydurup ona göre trip atıyormuşum. Evet bağırmadı bana tabii. Hakarete maruz kalmadım. Hakaretlerden arada annem de nasibini almadı. Uyduruyorum ben hep bunları.
Çocukmuşum... Evet çocuğum. Hâlâ suçunu görebileceğine çocuk gibi inanıyordum.

Nefret ona hissettiklerimin yanında hiç kalır. Onunla aynı ortamda bulunmaktansa bir yılanı koluma dolamayı tercih ederim desem herhalde beni iyi tanıyanlar nasıl bir duygu olduğunu anlarlar.

Annem beni zaptedmeseydi bana aldığı her şeyi toplamaya başlamıştım. PS3, telefon, iPod, PS2, kıyafetler... Alsın hepsini! Hatta Final Fantasy: Spirits Within ve Advent Children'ı bile alsın. Alsın ne yaparsa yapsın! Bunların hepsi halt etmiş benim özsaygımın yanında.



Benim babam yok.
Ben çok küçükken öldü.
Ona dair hiçbir anım da yok.
Sadece... Bana resim çizerdi bazen... Ben de çizdirirdim... Sadece o zaman benim için bir şey yapıyor gibi gözükürdü... Çizerdi... O da çok çaba harcaması gerekmediğinden... Kendi çizmeyi sevdiğinden...
Ama kader... Öldü.

Hiç yorum yok: